İranlı fizikçi ve Türkiye
İran’ın nükleer projesinin mimarı Muhsin Fahrizade’ye düzenlenen suikastın gösterdiği üzere Amerikan devleti içindeki bir klik ve İsrail’in, İran’a yönelik saldırgan politikası devam edecek.
Suikastın, Trump’ın aksine İran’la nükleer anlaşmaya olumlu bakan Joe Biden’ın seçilmesinin hemen ardından gerçekleşmesi, İsrail’in İran’ı, ABD-AB-İran nükleer anlaşmasının yeniden yürürlüğe girmesini suya düşürecek adımlar atmaya zorlaması olarak değerlendirilebilir.
İSRAİL TUZAĞI
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, suikast sonrası yaptığı açıklamada bu tespiti doğrulayan şu ifadeleri kullandı; “Birkaç hafta sonra baskı dönemlerinin sona ereceğini hissediyorlar ve dünyadaki şartları değiştirmeye çalışıyorlar. Hem bölgede istikrarsızlık oluşturmak hem de dikkatleri bu günlerde işgal altındaki topraklarda (Filistin) estirdikleri terör ve tehditlerden başka yöne çekmek istiyorlar (…) İran'ın düşmanları İran ulusunun ve yetkililerinin bu cinayeti yanıtsız bırakmayacak kadar cesur ve azimli olduğunu iyi biliyor. İlgili yetkililer, bu suçun yanıtını uygun bir vakitte verecektir. Halkımız, Siyonist rejimin tuzağına düşmeyecek kadar akıllı ve bilgedir.”
Ruhani’nin İsrail’e yönelik olarak sarf ettiği “birkaç hafta sonra baskı dönemlerinin sona ereceğini hissediyorlar” ifadelerinden Trump’ın görev süresinin bitişi ve Biden’ın Beyaz Saray’a yerleşeceği süreci kastettiğini anlamak zor değil.
Diğer yandan Ruhani’nin “uygun vakit” ve “tuzak” vurguları da İsrail’in ABD-AB-İran nükleer anlaşmasına dönüşü baltalamak için söz konusu kışkırtmaların içine girdiğine işaret ediyor.
HEDEF İRAN DEVLETİNİ TAHRİP ETMEK
Uzun yıllardır Tahran’da yaşayan ve ülkedeki siyasi iklime hakim olan gazeteci Yakup Aslan, Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Fahrizade suikastlarıyla İsrail’in, İran’ın askeri ve nükleer gücünü hedef aldığını ifade ediyor.
Diğer yandan uluslararası basına isimlerini vermeden konuşan İsrailli yetkililerin saldırıyı üstlenmeleri ve İran’ı küçük düşürecek şekilde “dünya bize teşekkür etmeli” tarzında açıklamalarda bulunmalarının altında, İran’ı cevap vermeye kışkırtmanın yanı sıra Ruhani yönetimini iç politikada zora sokma gayesi yattığını anlamak zor değil.
Bu doğrultuda, söz konusu suikastlar ve terör eylemlerini bir bütün olarak ele aldığımızda,
İsrail’in İran’ın devlet yapısını tahrip etmenin yanı sıra uluslararası alanda caydırıcılığını kırmayı ve hükümeti ülke içinde zayıflatmayı amaçladığını tespit ediyoruz.
Fahrizade suikastıyla ilgili bir diğer iddia ise İsrail’in yanı sıra “bazı Arap ülkelerinin” de söz konusu eyleme destek sağladıkları.
İran’a karşı saldırgan siyasetleri göz önünde bulundurulduğunda, “bazı Arap ülkeleri”yle kast edilenin Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ve Suudi Arabistan olması muhtemel.
TÜRKİYE VE İRAN’A KARŞI ARAP CEPHESİ
İsrail, İran’a karşı sadece askeri değil diplomatik alanda da hamlelere girişmiş durumda.
Trump yönetiminin desteğini arkasına alan İsrail, “Yüzyılın Barışı” projesi kapsamında, Körfez ülkeleri başta olmak üzere Arap ülkeleriyle ilişkileri normalleştirme çabasını sürdürüyor.
Körfez’de BAE, Bahreyn ve Umman’ın öncülüğünü yaptığı sürece Katar dahil olmazken, Suudi Arabistan şimdiye değin muallak bir tavır sergiledi.
Suudi yönetimi, İsrail basınında yer alan Netanyahu ve veliaht prens Bin Salman arasında görüşme haberlerini yalanlarken, İsrail uçaklarına verilen ülkenin hava sahasını kullanma iznini Fahrizade suikastının hemen ardından iptal etti.
Basına yansıyan haberlere göre Trump’ın damadı Jared Kushner ve danışmanı Awi Berkowitz, önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan ve Katar’a, İsrail’le ilişkileri düzeltmeleri için ikna ziyaretleri düzenleyecek.
Sözde İsrail-Arap normalleşme planının altında ise Tel Aviv yönetiminin, Arap ülkelerini İran ve yanı sıra Türkiye’ye karşı bir araya getirme planı yatıyor.
Bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suudi Kralı Salman arasında geçtiğimiz günlerde gerçekleşen görüşme daha da önem kazanıyor.
Görüşmenin olumlu geçtiği ve Suudilerin Türk mallarına yönelik ambargodan vazgeçeceği ve hatta Türkiye’den Silahlı İnsansız Hava Aracı (SİHA) talep ettiğine yönelik haberler basında yer aldı.
DOĞU AKDENİZ’DEKİ KUMPAS VE FAHRİZADE SUİKASTI ARASINDAKİ BENZERLİK
Türkiye’ye karşı, Doğu Akdeniz’de Avrupa’dan Körfez ülkelerine değin bir cephe kurulmak istendiği ve söz konusu cephenin öncülüğünü ABD ve İsrail’in yaptığı açık.
Fahrizade suikastının gösterdiği üzere aynı cephe İran’ı da tehdit ediyor.
Doğu Akdeniz’de Türk gemisine Almanya öncülüğünde kurulan kumpas ve Fahrizade suikastı arasında pek çok benzerlik mevcut.
Şöyle ki iki hamle de kışkırtma gayesi taşıyor.
Gemi meselesi üzerinden Türkiye-Avrupa ilişkilerinin yumuşaması engellenmeye çalışılırken, Fahrizade suikastı üzerinden İran’ın Batı’yla nükleer enerji konusunda anlaşmaya varması baltalanmak isteniyor.
Ankara ve Tahran söz konusu olaylara karşı ihtiyatlı bir tavır takındı.
Evet, iki olayda da ortada bir tuzak olduğu açık fakat emperyalizmin baskısının arttığı ve artacağı şu dönemde tuzakları sadece ihtiyatlı davranarak aşmak mümkün gözükmüyor.
ANKARA-TAHRAN ORTAK HAREKET ETMELİ
Türkiye ve İran’ın bu tip meselelerde ortak tavır alması, kurulan kumpasları boşa çıkartmayı kolaylaştıracaktır.
Somutlaştırırsak, İran’ın Doğu Akdeniz’de net bir biçimde Türkiye’den yana tavır alması (örneğin KKTC’yi tanıması), Türkiye’nin de Fahrizade suikastı benzeri meselelerde İran’ı daha kuvvetli bir biçimde desteklemesi halinde Batı’nın içindeki değişiklik, çelişki ve yumuşamalara bel bağlanılmasına gerek kalmayacaktır.
Bu noktada Türkiye’nin atacağı bir diğer adım İran’a nazaran daha “normal” ilişkilere sahip olduğu Arap ülkelerine yönelik olabilir.
Ankara-Riyad görüşmelerinin de gösterdiği üzere Türkiye, öncelikle karşı cephede yer alan Arap ülkelerinden bazılarıyla ilişkileri düzeltebilir sonrasında ise bu ülkeler ve İran arasında arabulucu rolü oynayabilir.
Emperyalizmin Batı Asya’ya müdahalelerinin önüne nihai olarak, bölgesel çelişkiler asgariye indirilerek geçilebilir.
Aksi halde kullanılacak ve kendini kullandıracak birileri her zaman mevcut olacaktır.
Tabi bu adımları atabilmek için öncelikle emperyalizmle uzlaşının mümkün olmadığını içselleştirmiş, sağlam temeller üzerine oturmuş bir siyasi çizgi/program gerekmektedir.