Irkçılık ve yabancı düşmanlığı
Kavramlar düşünmenin araçlarıdır. Düşünmek kavramlarla, doğru düşünmek, doğru kavramları kullanmakla mümkün olur. Suriyelilere ve diğer sığınmacılara karşı kışkırtılan tepki, Türkiye’de ırkçılığın yükseldiği düşüncesine neden oluyor. Kışkırtmalardan kaygı duyan sağduyulu insanlar kendilerini ırkçılığa karşı tepki temelinde ifade etmeye çalışıyor. Ümit Özdağ’ın sokaktaki insana Suriyelileri hedef olarak gösteren ve çatışma körükleyen söylemi ırkçılık değil yabancı düşmanlığı (zenofobi) olayıdır. Bunlar farklı şeyler. Çok mu önemli diye düşünen olabilir. Ancak doğru kavramları kullanarak birbirinden ayırmayı başaramazsak, hem doğru düşünemez ve doğru çözümleri de üretemeyiz hem de Özdağ’ın söylemini analiz edemeyiz.
Iırkçılık ötekileştirilmiş etnik gruplardan nefret etme olayı değil. Bundan çok daha fazlası: Bir etnik grubun (ya da milletin) diğerlerinin hepsine karşı açık bir üstünlük iddiasında bulunması… Irkçılık bir “açıklama” iddiasıdır. Kapitalist uygarlığın Batı’daki doğuş ve yükseliş aşamasında, dünyanın geri kalanından ekonomik, siyasi, askeri vb. alanlarda yarattığı inkâr edilemez üstünlüğün bilimsel olmayan faktörlerle açıklanması olayı… Buna göre, beyaz Batılılar, ırksal özellikleri nedeniyle üstündürler. Üstünlük doğanın bir verisidir yani nesneldir. Yok sayılması mümkün olmadığı gibi giderilmesi de mümkün değildir.
Irkçılık Batı’ya özgü bir ideoloji olarak doğdu. Dünyanın geri kalan coğrafyalarında ırkçılık ekonomi-politik bir temele sahip olmadı. Batılılardan öğrenerek kendi çaplarında ırkçılığa kapılan aydınlar görülse de ırkçılığın toplumsal karşılığı olmadı. Bırakın üstünlüğü, azgelişmişlikle boğuşan Üçüncü dünyalı bir kimsenin “Biz dünyayı yönetmek üzere Tanrı tarafından görevlendirilmiş ırksal özellikleri itibariyle üstün bir milletiz” diye düşünmesinin karşılığı yoktur. Batı’da ise önce maddi üstünlük gelmiştir, ardından bu üstünlüğü kendi ırksal özelliklerine bağlayarak açıklama kepazeliği olarak ırkçılık... Bu haliyle ırkçılığı yabancı düşmanlığının radikal bir biçimi olarak görmek hatalıdır. Yabancı düşmanı, yabancılardan nefret eder. Ama ırkçı etmeyebilir. Hatta üstünlük duygusu içinde olan, kendisinden aşağı olana yönelik bir sevgi bile duyabilir. Tıpkı insanların hayvanları sevmesi gibi. Irkçının, aşağı türlere bakışı da bu tür bir hiyerarşik sevgi ve şefkat içerebilir.
Irkçılığın bilimsel geçersizliği bir tarafa, siyasal bir ideoloji olarak alındığında da Türk toplumunun kültürel kodlarında ırkçılığın olmadığı görülür. Birinci neden, yukarıda saydığım maddi üstünlüğün olmayışıdır. Bu açıdan bütün mazlum milletlerle aynı paydada yer alıyoruz. İkinci neden Müslüman oluşumuzdur. İslam dini hiçbir etnik grubun –veya çağımızda milletin- bir diğerine üstünlüğü düşüncesine izin vermez. Hıristiyanlığın da din kardeşliği anlayışına sahip olduğu söylenebilir şüphesiz. Ancak İslam, Hıristiyanlıktan farklı olarak, diğer semavi dinleri de hak dini kabul eder. Üçüncüsü imparatorluk mirasımızdır. İmparatorluklar çok farklı kültürleri bir arada tutma becerisini gerektirir. Türkler bin yıl boyunca bunu yapabilmiş, devlet yönetimini kan bağı dışında, siyasal sadakat esasına dayalı biçimde örgütleyebilmişlerdir.
Ümit Özdağ’ın üzerine oynadığı siyasal dinamik yabancı düşmanlığının (zenofobi) örgütlenmesidir. Yabancı düşmanlığı her zaman işsizlik, yoksulluk gibi ekonomi krizler ve kaynak dağılımı sorunlarının sıradan bilinçte yarattığı tepki ile ilişkilidir. Bütün hızlı toplumsal değişmeler uyum sorunları yaratırlar. Kısa bir süre içinde milyonlarca Suriyeli’nin (Afganlının ve diğerlerinin) Türk toplumunun içine kontrolsüz şekilde yayılması, kültürel farklılıkları öne çıkardı. Kültürel farklılıkları nedeniyle Suriyeliler hızla öteki olarak algılanmaya ve Türkler arasında “biz” bilincini uyarmaya başladılar. Bunun için kötü bir şey yapmaları gerekmedi. Bizim gibi olmamaları ve bize görebileceğimiz mesafede durmaları yetti. Ötekiler, sadece “biz”i ayırdeden çizgiyi oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda bilinmez oldukları için korku nesnesi de olurlar. Ekonomik kriz, bu korku nesnesini potansiyel olmaktan çıkarıp fiiliyata taşıyacak koşulları yaratıyor. Bu aşamada Ümit Özdağ’ın oynadığı rol, fitilin ateşleyicisi rolünü yerine getirmektir.
Zafer Partisi’nin sosyal medya hesaplarından paylaşılan ya da üretilip onun ideolojik hattına mal edilerek piyasaya sürülen materyal incelendiğinde, sosyal psikolojiyi bilen ve yabancı korkusunu kaşımayı hedefleyen uzmanların gölgesi hissediliyor. Ümit Özdağ basit bir kışkırtıcıdan farklı olarak, bir siyasi parti genel başkanı olma iddiasında. Belki de bu nedenle arada sırada Suriyelilerin bizim kardeşimiz olduğunu, onları Suriye’ye dostlarımız olarak göndermemiz gerektiğini vs. söyleyerek zevahiri kurtarmaya çalışıyor. Ancak ateşlemeye çalıştığı fitilin uzman ellere geçtikten sonra onun irade ve niyetlerini çok aşan bir kitlesel kışkırtma için kullanılmak istendiğini anlamak zor değil. Bunu kendisi anlayabilecek mi, bilemiyoruz.