11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İşçi hareketinin geleceği -(TAMAMI)

Engin Ünsal

Engin Ünsal

Eski Yazar

A+ A-

İşçi hareketimiz günümüzde üç Konfederasyonlu ve yüze yakın sendikalı parçalı bir görünümdedir. Türk-İş’in ağırlıklı olarak kamuda örgütlenmesi nedeni ile hükümetin gölgesine sinmiş olması yanında sendikacılığımda çok daha tehlikeli bir oluşum yaşanmaktadır. Bu oluşumun adı Hak-İş’dir. Hak-İş sendikacılığı tanımlayan hiçbir norma uymayan, bu nedenle işçi sendikası bile sayılamayacak resmi olmayan bir AKP organıdır. Ülkemizde hükümete teslim olmuş biat sendikacılığının sembolüdür. Üyelerini değişik işkollarında Bakanlık bürokratlarının yaptığı baskılar, hükümete yakın yeşil sermayenin patronlarının zorlamaları ile sağlamaktadır. Avrupa’da yaygınlaşmaya başlayan ve işçinin emeğini işverenlere yok pahasına pazarlayan Hıristiyan sendikaların Türkiye kopyasıdır. Türk-İş’in sinmiş ve edilgen kişiliği, Hak-İş’in başkaldıran üyelerini işten atması için işverenlere mektup yazdığı hükümetin ve yeşil sermayenin emrinde sendikacılık anlayışı ve DİSK’in eski gücünün çok gerilerine düşmüş olduğu gerçeği ile yüzleştiğimizde Türk sendikacılığının geleceği için umutlu olmaya fazla bir alan kalmıyor.

Eğitim işçi sendikalarımızın hiç sevmediği bir konudur. Eğitim adı altında yapılan çalışmalar yasanın öngördüğü harcamaları yapmaya yönelik, hiçbir öz içermeyen yasak savma kabilinden çalışmalardır. Oysa yapılması gereken neden yasaların sürekli çalışanlar aleyhine çıktığını, neden sendikacılığın güçsüzleştirilmeye çalışıldığını, neden taşeronlaşmanın yaygınlaştırıldığını, esnek çalışmanın neden güvencesiz istihdam olduğunu, iş güvencesinin neden tüm işçilere tanınmadığını, altmış milyara ulaşan işsizlik fonundan işçilere neden sadaka verir gibi ödenek verildiğini, kıdem tazminatının neden kaldırılmak istendiğini işçilere bütün çıplaklığı ile anlatmaktır. Böyle bir eğitim elbette iktidar partisinin çok ciddi olarak eleştirilmesini zorunlu kılacaktır. Böyle bir eğitim işçilerin bir siyasi parti etrafında kümelenmesi gerektiğini ve kendi çıkarları için neden siyaset yapmalarının zorunlu olduğunun öğütlenmesini içerecektir.

İşçi sendikalarımızın ve Konfederasyonların büyük çoğunluğu üyelerine siyasal eğitim vermekten ısrarla ve bilinçli olarak kaçınmaktadırlar. Korkularında kendilerine göre haklılık payı da yok değil. “Siyasal eğitim verirsek, onların sol görüşler etrafında toplanmasını istersek tutucu olan, kırsal kesim alışkanlıklarını sürdüren üyelerimiz böyle bir girişim karşısında derhal sendikadan istifa eder” diyorlar ama böyle derken sendikanın temel görevlerinden olan üyesini aydınlatma görevini de ıskalamış olduklarını unutuyorlar.

Onbeş milyon çalışan, otuz milyona yakın Sosyal Güvenlik Kurumundan yararlanan emekli ve yakınları hiç mi siyasi partilerin dikkatini çekmiyor? Kuracakları Emek Büroları ile varoşlarda, fabrikalara yakın kahvelerde çalışanlara yönelik eğitim, konuyu kamuya taşıyacak paneller yapmak siyasi partilerin hiç mi akıllarına gelmiyor? Bu yolda yaptığımız çeşitli uyarıları, sunduğumuz raporları göz ardı ediyorlar. Bunun çok açık bir nedeni var: işçilerin akın akın bir siyasi partiye üye olduğu bir ortamda partinin mevcut yönetiminin tabanı çökecek ve parti içi iktidar lümpen, yarı aydın politikacıların elinden emekçilere ve emekçilerin ideolojik aydınlarının eline geçecek.

Burada durup sormak gerek: sendikacının, siyasetçinin işçiyi aydınlatmaktan korktuğu bir ortamda işçi içine itildiği karanlıkta yaşamaya devam mı edecek? Kim onu aydınlatacak da onun saklı muhteşem gücünden bir işçi sınıfı yaratmak, halk yararına bir iktidar kurmak için yararlanacak?

Bu kirli oyuna son vermek ve ormanı bütünüyle kucaklamak gerektiğine artık inanmak zamanıdır. Cesur sendikacılar , cesur siyasi parti yöneticileri ortaya çıkmadıkça ülkedeki sebepsiz zenginleşmeler, hukuksuzluk, demokrasiden kaçış ve Osmanlı özlemleri, işçinin sömürülmesi, horlanması ve ezilmesi sürgit devam edecektir. Eğer bugün içinde yaşadığımız ülke karanlıksa bu karanlıktan aydınlığa Nazım ustanın dediği gibi “ sen yanmazsan ben yanmazsam” nasıl çıkacağız?