20 Eylül 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İşgal altındaki ekonomiyi kim, niye kuşatsın?

Recep Erçin

Recep Erçin

Gazete Yazarı

A+ A-

Komplo teorilerini pek bir seviyoruz. Ben bunu şuna benzetiyorum; vahşi bir ormanın içinde bir kulübede geceliyoruz, kendimizi savunmak için sadece bir İsviçre çakımız var, kulübenin kapısı yok, penceresi yok, çatısı ha çöktü ha çökecek... Bu durumdayken diyoruz ki; ormanda bir canavar varmış önüne ne gelirse parçalar atarmış..

Son günlerde ekonomiye ilişkin yapılan bir takım değerlendirmeleri, aynı yukarıda yazdığım bu uydurma hikayedeki gibi görüyorum. Şimdi mesela geçenlerde Antalya'da bir toplantıdayız. Hasbelkader Ekonomi Bakan Yardımcısı yapılmış bir bürokrat diyor ki; 2013'te Gezi süreciyle her şey başladı filan falan... Ben de gayri ihtiyari yanımdakine 'Yahu Gezi diyor bu adam da. Gezi'den önce FED'in Başkanı Ben Bernanke para politikasında normalleşme sürecini başlatmıştı. Piyasalar o nedenle tüm dünyada sarsıldı. Bu koca koca adamlar bunu niye hiç dile getirmiyorlar' dedim. Yanımdaki de gülümsedi. O gülümsedi ama ben sinir krizi geçiriyorum. Çünkü adam konuşuyor 150 milyar dolarlık ihracatta imzası olan koca koca iş insanları dinliyor, belki de dinliyormuş gibi yapıyorlar.

BORÇ CENDERESİNİN İÇİNDE...

Bunu öncelikle not edeyim. Bir kere biz küresel ekonomideki değişimleri doğru okumuyoruz. Veya okuyoruz da işimize öyle geldiğinden bu şekilde bildiğimizi okumayı sürdürüyoruz. Milli gelirinin yüzde 55'i düzeyinde döviz açığı veren bir ülkesin. Yıllık cari açığın milli gelirinin yüzde 5-6'sı düzeyinde. Her yıl gayri safi milli hasılanın yüzde 30'una yakın bir oranda dış finansman ihtiyacın var. Seçimdi, savaştı, yandaşların kasasını doldurmaydı, sarayın temizlik gideriydi, aman şu bakanın makam aracıydı vs. derken bütçe açığın milli gelirin yüzde 2'si düzeyine erişmiş. Esasen yüzde 2'lik açık bir şey değil ama Türkiye gibi borçlanma limitlerini zorlayan bir ekonomi için bu açık pek hayra alamet değil. Bunu nereden anlıyoruz. Bakınız dünyanın en büyük 20 ekonomisinen biri olmamıza karşın finansal piyasalarımız yeterince derinleşmediğinden, tasarruf yatırım açığımız TÜİK'in revizyonlarına rağmen aynı kaldığından ve bu nedenle büyümek, istihdam yaratmak için el parasına muhtaç olduğumuzdan, bir de yıllardır dünya deflasyon süreci yaşarken çok başarılı iktisat politikalarımız nedeniyle, enflasyonu bir türlü istenen düzeye çekemediğimizden mütevellit, benzer ülkelere kıyasla çok yüksek faizle borç bulabiliyoruz. Alınan borçlar da gelir getirici kalemlere, yatırımlara değil de cari harcamalara gittiğinden bir borç cenderesinin içerisine düşmüş durumdayız.

ÖYLE SAÇA BÖYLE TARAK

Bir kere bunların bir tespit edelim. İkinci kısma gelirsek; 2000'lerin başındaki kriz sonrası piyasanı dünya ile entegre etmişsin, borsanda yabancı yatırımcı hakimiyeti var, banka ve sigorta sektöründe yabancı sermayenin ağırlığı söz konusu, Asya'dan alıyorsun Avrupa'ya ihraç ediyorsun, yüksek teknolojili ürün imalatı ve ihracatında sınıfta kalmışsın, Cumhuriyet kurumlarını haraç mezat satmış yerlerine yenilerini kurmamışsın, geçenki yazımda da ifade ettim, ekonomin dövize o kadar bağımlı ki, yıllardır ekonomik büyümeyi üzerine inşa ettiğin konut sektöründe fiyatlar dövizle belirleniyor, ana sektörlerde ithalat yapmadan ihracat yapamadığından, her anlamda ciddi bir dolarizasyon söz konusu...

Bu da ikincisiydi. Şimdi üçüncüye gelelim; en çok ithalat yaptığın ülke Çin. Bu ülkenin hassas olduğu nokta Doğu Türkistan'daki ayrılıkçı terör. Ne yazık ki, Çin hükümetinin aradığı bazı Uygurlu ayrılıkçılara zamanında Türk pasaportu verildi. Çin ayrıca, Türkiye'nin güney sınırlarının 2015 öncesinde kevgire dönmüş olması ve bir çok teröristin Türkiye üzerinden başka ülkelere sızmasına imkan verilmesi yüzünden vize koşullarını sertleştirmiş durumda.

Öteden beri en büyük ticaret ortağın Avrupa Birliği'nin ekonomik gücü Almanya ile habire didişiyorsun. Allah bozmasın, Rusya ve İran ile ancak yakın zamanda arayı düzelttik. Eski Bakan Kürşat Tüzmen'in deyişiyle; mal ve hizmet değil rejim ihraç etmeye kalktığın için tüm komşularınla sorunlusun, şimdilerde aranın iyi olduklarıyla da tam bir uyum içinde olduğun söylenemez. Finans kapitalin mabedi ABD ile haklı olarak Suriye'de bir güç savaşı içerisindesin. İran ambargosu sürecinde, aç gözlülüğün yüzünden, bir kamu bankanı ve vatandaşlarını ABD yargısının eline düşürmüşsün ki, Allah düşürmesin!

KİMSE KUSURA BAKMASIN AMA...

Manzarai umumiye özetle bu şekilde. Bu ahval ve şerait içerisinde sen ülkenin milli birikimini değerlendirmek, toplumun farklı kesimlerini uzlaştırmak yerine, müftülere nikah, eğitimde dincileşme vs. gibi toplumu daha da gerecek garip işlerle meşgulsün. Sonra zaten gelişi taaa çarşambadan belli olan perşembe günü için komplolar kurmakla meşgulsün. Neymiş, ekonomik kuşatma varmış. Sevsinler sizin kuşatmanızı. Efendiler ekonomi işgal altında, siz hangi kuşatmadan söz ediyorsunuz? İktisadi ve siyasi açıdan bu denli kırılgan yapıdaki bir sistem zaten en ufak bir rüzgarda berheva olur. Öyel öldük, bittik, mahvolduk durumları filan da söz konusu değil ha! Yanlış anlaşılma olmasın. Hep diyorum ya. Bu borçlanma ekonomisinin bir faturası var. O faturayı bugüne kadar Batı'nın dümen suyunda gittiğimizden bize ödetmediler. Bir nevi rulet masasında borçlanmaya devam ettik. Şimdi işler biraz değişti. İşler değişti ama karşımızdakiler için de değişti. Dünyada hiç de öyle ufaktan ufaktan olmayan bir değişim, dönüşüm rüzgarları esiyor. Bildiğimiz ekonomik sistem muhtemelen çok da uzak olmayan bir gelecekte başka bir yapıya evrilecek. Biz ise eski tas, eski hamam bu devran sürecek diye bildiğimizi okuyoruz. Piyasalardaki her sarsıntıyı da 'ekonomik temellerimiz sağlam olduğu ve hep dış güçler bizi yok etmek istedikleri için' gerçeklerden uzak bir şekilde halka komplo teorileri ile anlatmaya çalışıyoruz. İşin gerçeği ise en başından beri ev ödevlerimizi yapmıyoruz!

Finans kapitale göbekten bağlı isen, paradan para kazanmaktan başka amacı olmayan spekülatif sermayeye olanca sıcaklığınla kucağını açmışsan, kusura bakma kardeşim; ekonomik operasyonlara da açık hale gelirsin.

İŞ DÜNYASI NE DİYOR?

Geçen hafta yoğunluk nedeniyle yazamadım. Bu hafta aslında başka bir konuyu ele almak istiyordum ama mecburiyet hasıl oldu. Yazıyı üç farklı görüşle bitireyim. Geçenlerde otomotiv sektöründen bir iş insanı ile konuşuyoruz. Mealen şunları söyledi: “İhracatla büyüyoruz deniyor. Evet, otomotiv iyi gidiyor. Ama Avrupa ile bu gerginlik sürerse 2020'de iş tıkanır. Şimdi iki üç yatırım var. Onlarda bant çalıştı mı durmaz. O yüzden iyi ama böyle giderse arkası gelmez.”

Tekstil sektöründe olan başka bir iş insanı da, “Dünya neleri biz neleri konuşuyoruz. Müftülere nikah çok mu zorunlu bir şey” yorumu yaptı.

İşveren örgötüleri içerisinde önemli bir görevde olan üçüncü iş insanı da, “Dünyada değişik rüzgarlar var. Şu anda sıkıntı yaşıyoruz ama Türkiye bu konularda tecrübeli, finans sektörü güçlü, kurallara bağlı, ama Avrupa ile böyle olmamız kötü” dedi.

İş dünyasına dokunduk mu korka korka da olsa bunları söylüyorlar kulağımıza. Bizden söylemesi.

Bu arada ev ödevlerimizi yapmamız için çok uzaklara gitmeye gerek yok: Mustafa Kemal Atatürk'ün ekonomik anlayışını benimseyelim yeter.