IŞİD’in jeopolitiği
Yıllar öncesini hatırlayalım. 1978 yılında, Afganistan’da yapılan Sovyet yanlısı darbe sonrası, darbecilerin talebi üzerine Sovyetler Birliği orduları Afganistan’ı işgal etmişti. Ardından ABD’nin karşı hamlesi gelmişti. Taliban’ı örgütlemiş ve iç savaş yıllarca sürmüştü. Sovyetler Birliği emperyalist işgali devam ettiremedi, 10 yıl sonra geri çekildi. ABD de savaşı kazandığını sandı. Bu ülke tarafından örgütlenen ve desteklenen teröristler kendi başına bela oldu. 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler faciası bu sürecin ardından geldi.
EMPERYALİST İŞGALLER: KAN, GÖZYAŞI VE KAOS
ABD, görüntüye göre, kendi yarattığı canavarı boğabilmek bahanesiyle Afganistan ve Irak müdahalelerini gerçekleştirdi. Güya Irak’a demokrasi, Afganistan’a istikrar gelecekti. Ne geldiğini yaşayarak öğrendik: kan, gözyaşı ve kaotik bir ortam.
Tabii ABD sadece bu müdahaleleri yapmakla yetinmedi. Bunları bütünleyen başka eylemleri de oldu. Bu gayretlerinden ikisi çok önemlidir. İlki Ilımlı İslam’ı teşvik etmesi ki, özellikle ülkemizi hedeflemiştir. Ergenekon, Balyoz vb. tertipleri de bu çerçevede değerlendirmek uygun olur. İkincisi boş bir demokrasi söylemidir ki, Turuncu Devrimlerin ( Ukrayna, Gürcistan ) temel dayanağını oluşturmuştur.
İki emperyalist müdahale, iki ayrı bölgede, aynı referanslara dayalı iki terör örgütünü doğurdu: Dün Afganistan’da Taliban, bugün Suriye ve Irak’ta IŞİD. Aslında ikisi de aynı karaktere sahiptir.
MESELE ENERJİ KAYNAKLARININ KONTROLÜ
Sert gücünü (ordusunu) kullanarak başvurduğu işgaller ve yumuşak gücünü (diplomasi ve örtülü operasyonlar) kullanarak gerçekleştirdiği iktidar değişiklikleri bölgeyi istediği şekle sokma gayretinin yansımalarıdır. Enerji kaynaklarının kontrolü ile Rusya ve Çin gibi büyük güçlerin hareket alanlarının genişlemesini engellemek işin esasını oluşturmaktadır.
İstediği şekli bölgeye verebildi mi? Hayır. Ama Irak’ı ve Suriye’yi böldü. Kürdistan’ı kurulma aşamasına getirdi. Bölgeden çekilme emareleri varken yeniden müdahalenin gerekçesi ne olabilir? Sorunun yanıtı, IŞİD’in Kürt bölgesini tehdit eder hale gelmesi ve petrole el atması; Kürdistan’ın kurulmasının tehlikeye düşme olasılığının belirmesidir.
ORTAKLARIN UYUM SORUNU
AKP de hemen her adımında ABD’nin yanında yer aldı. Ancak yaratılmasına ve güçlenmesine büyük katkı verdiği IŞİD’e karşı izlenecek strateji konusunda aralarında tam bir uyum olmadığı görülmektedir. Kürdistan konusunda farklı tavırları olduğu iddia edilemez. Hem içeride izlediği “Açılım” politikaları hem de K. Irak yönetimi ile kurduğu ilişkiler görüş ayrılığının kaynağının farklı olduğunu gösteriyor. Geriye iktidarın “Sünni mezhepçi” politikaları kalıyor ki, onun da aslında ABD’nin yıllardır gerçekleştirmeye çalıştığı “Sünni kuşak yaratma” politikalarıyla uyumsuz olduğu pek söylenemez. O halde sorun ne olabilir? Geriye, bölgede ABD’ye rağmen adımlar atma isteğinin kaldığı söylenebilir mi? Böyleyse bu tercih gerçekçi mi? Bu konuyu ayrıca incelemek daha doğru olabilir.
ABD’NİN BÖLGEYİ KARIŞTIRMASININ ÖNÜ NASIL ALINABİLİR?
Sorunun cevabı belli ama kim uygulayacak? ABD’ye dayanarak ayakta duranlar bunu uygulayabilir mi? Hayır ama biz yineleyelim. Ne pahasına olursa olsun, hiç vakit kaybetmeden yapılması gereken; mezhepçi politikalara son vermek ve süratle Esad yönetimiyle uzlaşmaktır. Bu, bölgede istikrara ilk adım demektir. Arkası gelir. Bu nedenle, ülkede iktidar değişikliği yaşamsal gereklilik halini almıştır.
BU İŞ DUAYLA OLMAZ
Rehine krizini yaratan iktidarın yanlış hesabıdır. “Bizim mezheptendir, biz besleyip büyüttük, bize zarar vermez” anlayışı, meseleyi bu ölçüde büyütmüştür. Gülen Cemaati’ni de kendileri besleyip büyütmüşlerdi. Başbakan’ın söylediği gibi bu işin duayla çözülme olasılığı da yoktur.
Davutoğlu’nun bu yaklaşımı bana Padişah III. Mustafa’nın N. Berkes’in aktardığı şu tutumunu çağrıştırdı: “ Selim’in babası III. Mustafa, astronomi ve gizli bilimlere merak sardırmıştı. Bunlardan edineceği bilgilerle Moskofları yenecekti. Fransa ve Prusya’dan ısrarla astroloji kitapları ve müneccimler gönderilmesini istemişti. Büyük Friedrich verdiği cevapta kendisinin güvendiği bir müneccimi bulunduğunu, bunun da en son model ‘top’ olduğunu bildirdi.” (Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY,18. Baskı, s.132)
IŞİD’e karşı duaya mı, İslamcı teröristlere mi, Orduya mı güvenmeliyiz? Yoksa bütün bu çorapları başımıza ören ABD’ye mi? Stratejik derinlik burada yatıyor.
Öte yandan IŞİD’ in varlığı ve artan gücü ülke güvenliği için büyük riskler doğurmakta ve mevcut koşullar içinde de müdahaleyi zorunlu kılmaktadır. Bu konuya haftaya temas edeceğim.