22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Işık... Biraz daha ışık

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Seçme şiirlerinden oluşan ve Türkçede yayımlanan ilk kitabı Bademlerden Say Beni (Adam Y., 1983) ile şiir severlerin gönlünü kazanan Paul Celan, dünya şiirinde, “suskunluğun sınırında bir şair” olarak değerlendirilir. Gertrude Durusoy ile Ahmet Necdet’in hem aslına uygunluk hem de lirik söyleyiş gözeterek şairi titiz bir çalışmayla Türkçeye taşıdıkları Haşhaş ve Bellek (Broy Y., 1994), Zaman Kırmızısı Dudaklarla (Broy Y., 1996), Dil Kafesi (Broy Y., 1999) ve Hiçkimse’nin Gülü (2006) ile çok kısa bir sürede geniş bir Celan okurları kuşağı oluştu. Anımsadığım kadarıyla daha sonra Oruç Aruoba ve Ahmet Cemal de Celan’ın şiirlerini çevirdiler. İnsani derinliği ve kültürel ufku okurda hayranlık uyandıran Celan, ilginçtir ki, Dil Kafesi (Sprachgitter, 1959) kitabında dilin sınırları ve olanakları konusuna yapısalcılarla eşzamanlı olarak belirlemeler getirir. Dil Kafesi başlıklı şiiri şöyle biter:

Çiniler. Onun da üzerinde,

yan yana sıkışmış, her iki

yürek grisi gülücük:

iki

ağız dolusu suskunluk.

Şair; “ağız dolusu” sıfatıyla duygusal taşkınlık ya da coşkun bir konuşma isteğini değil de susma zorunluğunu anlatıyor. Nazi işgaline uğrayan yaşadığı topraklardaiki yılını toplama kampında geçiren şair, yıllar sonra dili gerçek duyguları yansıtmayı engelleyen bir kafes olarak değerlendirebiliyor.

‘DİL HAPİSHANESİ’

Amerikan Marksist’i Fredric Jameson, “yapısalcılığın ve Rus biçimciliğinin eleştirel öyküsü” olarak hazırladığı Dil Hapishanesi (YKY, 2002) kitabında, dilin sınırlarını her ne kadar, “bilimsel geçerlilik ya da teknolojik ilerleme savlarının dışında aramak gereğini” öne sürüyorsa da, günümüzde yaşananlara bakıldığında göz ardı edemiyoruz: şairin izdüşümü sayfalar dolusu felsefi vurgu ve saptamadan çok daha etkili oyuklar oluşturuyor zihnimizde. Tarih boyunca dil, bilincimizi hangi modelle kuşatıyor olursa olsun, düşünce ve duygularımızı, gerçekliğe ilişkin tanımlarımızı bir yandan sınırlarken bir yandan da zamanın öncekiler üzerine bırakacağı yeni izlere hep açık oldu. Başka deyişle dil; gerçekliğe karşı zihnimizi verili olanla kapatıyor olsa da anlaşma ve iletişimin yeni olanaklara sürekli açılmasının ilmeklerini de örebiliyordu. Oysa günümüzde durum her anlamda çok daha kötü olumsuzluklar içeriyor.

YALAN TIMARHANESİ

İnsanları bir an bile kendi sözde iletişim ağı dışında bırakmayan dijital teknoloji, iletileri zenginleştirme amacıyla üretildiği öne sürülen nice emojiyle bir örnek anlatımı dayatarak gerçekte iletişimi kısırlaştırıyor, insanlar arası etkileşimi gitgide yalıtkan görsellerle tıkanmaya itiyor... Günlük konuşmada gerçekliği durmadan yitiriyor, kof sözcük ya da emojilerle örülü yalan bombardımanından kaçıp sığınacak bir avuç aydınlık arayışıyla sürekli bocalıyoruz. Sonunda yalanlarla cebelleşmekten yorgun düşüyor, her biri öbüründen hiç de daha masum olmayan yalanlar ortasında “sandık” oluyoruz. Son yirmi yıldır, dil hapishanesi gerilerde kaldı; 7/24 ceptel ağlarıyla yalan tımarhanesine döndü koca dünya.

TEVFİK FİKRET AYDINLIĞI

“Sanatın görevi ve hakikat” başlıklı geçen haftaki yazıma şöyle başlamıştım:

“Sizi bilmem ama ben siyasal iktidarların topluma yoğun ekonomik ve siyasal boğuntu yaşattığı dönemlerde oldum olası Fikret ve Âkif’in şiirlerinden güç alırım. Kızıl Sultan’a karşı getirdikleri eleştiriler bütün çağları kapsayacak derinlikler ve enginlikler içerir.” Sonra Mehmet Âkif’in şiirlerinin bile asıllarından çok uzak sözcükler ve dizelerle yayımlanışını eleştirmiştik. Aynı günlerde bir haberle iyimserliğin kapısı aralanır gibi oldu:

“Hayat ve gerçekler karşısındaki duruşu ile bir örnek edebiyat insanı olan Tevfik Fikret’ten bugünün okuruna bir bilim insanı eliyle özenle hazırlanıp sunulmuş bir başyapıt, bir kaynak çalışma... YKY; fikri hür, irfânı hür, vicdânı hür bir şâir olarak Tevfik Fikret’in bütün eserlerini DELTA Dizisi’nde tek ciltte topladı.”

Ne demişti son nefesini verirken Goethe: “Işık... Biraz daha ışık...”

Modern şiirimizin öncüsü üzerine Nâzım Hikmet Polat’ın titiz çalışmasıyla hazırlanan kitabın yalanlarla kuşatıldığımız ortama yeniden çağdaş aydınlığı taşımak isteyenler için önemli bir ışık kaynağı oluşturmasını umarız.