İşin esası
Dün 1 Mayıs Emekçi Bayramı’ydı. İktidarın, “yeni bir Gezi doğabilir korkusu”, İstanbullulara hayatı cehennem kıldı.
İktidar korkuyor. Tükendiğinin farkında.
Hep bir “öteki” yaratarak bugüne kadar geldi.
Korkusunun sebebi basit: Adında yazılı olan “adalet” yerlerde sürünüyor. AB hukuku diye başladılar. Keyfiyet hukukuna geldiler. Dün birlikte oldukları cemaatçi yapı iktidar kavgasını bizatihi iktidarın kendisine yöneltince, bir anda “paralel” oldu. Paralel yürüttükleri her türlü hukuksuzluğu artık birbirlerine yapmaktan geri kalmıyorlar. Deniz tükendi.
İktidarın Gülen Örgütüne karşı yürüttüğü mücadeleyi doğru bulmadığım sanılmasın. Çok yerinde ve doğru buluyorum. Hatta eksik buluyorum. Ama bunun hukuk içinde yapılması gerektiği kanaatindeyim.
Bu mücadele için iktidarın elinde çok açık ve tartışılmaz kanıtlar varken, tartışmalı dosyalar üzerinden bunun yapılmasını yanlıştır.
Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk (İstanbul ve İzmir), Poyrazköy, Kafes, Atabeyler, Hrant Dink cinayeti, Oda TV, Şike vb. dosyalarda yapılan hukuksuzluklar dururken eğer 17-25 Aralık gibi bir dosya üzerinden Cemaatçi suç örgütünün üzerine giderseniz; iki sonucu kaçınılmaz kılarsanız:
Birincisi, “Cemaat ile hesaplaşacağım ama zımnen katıldıklarımız/birlikte yaptıklarımız hariç” derseniz, bu olmaz. Çünkü esas suçlar orada. Yaptığınız hamleler yetersiz kalır. Karşınızdakine de masumiyet zırhı sağlamış olursunuz.
İkincisi, adınızda kayıtlı “adalet” in sizi ilgilendirmediği bir kez daha ortaya çıkar. Öç almak için çabalıyorsunuz demektir. Derdi “adalet” olmayan bir yapının ülke yönetmesi ne normaldir, ne meşrudur, ne de uzun süre mümkündür.
Hukuku sopa gibi kullanan gün gelir hukuk sopasına maruz kalır.
“Kalkınma” kısmına hiç girmiyorum. Oradan gelen sinyaller bir çıkmazı işaret ediyor.
Topluma daha çok “din” vererek de bir yere varılamıyor. Üstelik dini motiflerin daha çok görünür kılındığı ancak ahlakın her geçen gün ayaklar altına alındığı bir ortamda... Din, bireyin iç huzurunu sağlayabilir ancak hiçbir toplumu ne barış içinde yaşatabilmiş, ne de müreffeh kılabilmiştir. Eğer böyle olsaydı, Osmanlı yıkılmadan yaşayabilirdi.
Dindar insanların da olup biteni gördükleri ve giderek daha çok görecekleri açıktır.
Komşularla selamlaşamayacak duruma gelmeleri de işin cabasıdır.
Bütün bu nedenlerle AKP’nin ömrü sonuna yaklaşmaktadır. Bunu da bizzat kendisi sağlamıştır.
Ülkenin hukuk devleti haline getirilmesi öncelikle bir tutarlılık konusudur. Bu tutarlılık çağdaş bir hukuku üstün kılarak mümkündür. AKP bunu gerçekleştirme kapasitesine sahip olmadığı gibi eline geçirdiği şansı da kaybetmiştir. Yıkılmaya ve tarih sahnesinden çekilmeye mahkûmdur.
Dolayısıyla esas mesele, AKP sonrasında Türkiye’nin gerçek bir hukuk devletine kavuşturulabilmesi ve bunu gerçekleştirebilecek odağın yaratılmasıdır.
OYLARI BÖLMEYELİM!
Bu bağlamda, ana muhalefet partisi taraftarlarının önemli bir kısmının “AKP’nin iktidardan düşürülmesi için oyları bölmeyelim” demesi, anlamsızdır. Bunu demek hakkına sahip olmak için meseleleri daha farklı bir tarzda çözeceğinize insanları ikna etmeniz gerekir.
Hem “AKP’den kurtulmak için oyları bölmeyelim” hem de “AKP ile koalisyon kurabiliriz” diyeceksiniz! Üstelik Vatan Partisi’ni AKP ile işbirliği yapmakla suçlayarak...
Hem HDP’nin Meclis’e girebilmesi için şirinlik gösterisinde bulunacak hem de bölücülüğe karşı ülkenin birliğini, dirliğini savunan Vatan Partisi’ne “oyları bölmeyelim” çağrısı yapacaksınız!
Eğer oyların bölünmesine karşı olsaydınız, Atatürkçü bir program etrafında birleşme sorumluluğunu üstlenir, yola öyle çıkardınız. Ayrıca bütün kadroları Gülen Cemaati’nin hedefi olmuş vatansever insanları incitici tarzda, iki oy uğruna, bu suç örgütünün haysiyet cellatlarına yeri geldiğinde “itibar” atfetmezdiniz...
SOSYAL DEMOKRASİ TARTIŞMALARI
Zaman zaman Aydınlık sayfalarına yansıyan sosyal demokrasi tartışmalarını teorik anlamda faydalı ve öğretici bulmaktayım. Ama bu tartışmaları ufuk açıcı olmakla birlikte temel sorunların çözümünde bir rolünün olacağını sanmıyorum.
Önümüzde, devletin yeniden Cumhuriyet’in temel değerleriyle uyumlu kılınması sorumluluğu durmaktadır. Bunu ancak Atatürk’ü doğru anlayanlar Atatürk’ü sevenleri bir araya getirerek sağlayabilir. Geçmişin deneyimleri elbette önemlidir ama önemli olan önümüzdeki sorunların çözümüne bu deneyimleri yansıtabilmektir.
Unutmayalım ki, Mustafa Kemal için altı ok amaç değil araçtı. Önünde duran sorunların çözümünün aracıydı. Bizler için ışıktır. Büyük ve değerli bir mirastır. Yol göstericidir.
Geleceği ancak gerçek sorun çözücüler doğru kavrayabilir ve kurabilir. Halk sorunlarını çözenlere itibar eder.
Sorun çözme konusunu daha geniş katılımlarla tartışmak yerinde olacaktır.
NOT: Murat Eren maruz kaldığı dijital sahtecilikten kaynaklı tutukluluğunun sona erdirilmesini AYM’den bekliyor. Bu utanç verici durum bir an önce sona ermelidir.