Yandex
25 Mart 2025 Salı
İstanbul 12°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İsrail inşa edilirken: ‘The Brutalist’

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Oscar adayı filmler arasında gezintiye devam…

Ödüllerin görece en zayıf yılının sonuçlarına doğru geri sayım sürerken, başta en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu ve özgün senaryo olmak üzere toplam 10 adaylığı bulunan Brady Corbet imzalı “The Brutalist”, her şeyden önce 3,5 saatlik süresiyle dikkat çeken, “büyük anlatı” olma iddiası taşıyan bir film. Corbet, üçüncü uzun metraj filminde mimarlık sanatından Yahudi soykırımına, göçmenlik sorunlarından sınıf çelişkilerine, eşcinsellik ve tecavüzden 1950’li yıllar ABD’sindeki ırkçılık meselesine açılan yelpazede at koşturuyor ve “büyük ihtişam” sergileme çabasına girişiyor. Hemen söyleyeyim ki sonuç fiyasko. Oscar tantanası olmasa, en kısa deyimle “uzun, karanlık ve sıkıcı” denilip geçilecek bu film, övgülere boğuluyor, bahislerde favori gösteriliyor.

AMERİKAN RÜYASINA TOSLAMAK

1947 yılındayız. Nazilerin toplama kampından kurtulmuş Macar göçmeni Yahudi Laszlo Toth, ayrı düştüğü karısı Erzsebet ve yeğeni Zsofia’yı geride bırakarak ABD’ye ayak basıyor, mobilyacılık yapan kuzeni Attila’nın yanına sığınıyor. Asıl mesleği mimarlık olan Laszlo, işini geliştirmek isteyen kuzenine yardım ederken bir yandan da karısı ve yeğenini sıkıştıkları Avusturya sınırından kurtarmaya çalışıyor. Bu sırada eksantrik bir milyoner olan Harrison Lee Van Buren’le tanışıyor ve şansı dönüyor. Milyonerin yeni ölen annesinin anısına dev bir kütüphane kompleksi inşa etme işine soyunan yıkkın ve tedirgin adam bir yandan da İsrail’in kuruluş sürecine kulak kabartıyor. Yeni bir ulus kurmak için gerekli her adımın atılması yönünde tüm Yahudilere çağrı yapıldığı, Yahudi halkının kendi devletini kurma konusundaki devredilemez hakkının tanınmasının istendiği, kendi egemen devletlerinde kendi kaderlerinin efendisi olma hakkının talep edildiği bir süreç bu. Senaryonun “İsrail toprakları” diye tanımladığı coğrafyada yeni bir devlet inşa edilirken Laszlo da kendi umudunun, “büyük eserinin” peşinde koşuyor.

ÇOK KATLI YATAY MİMARİ

Ne iş yaptığını tam olarak öğrenemediğimiz, akla ilk elde “Foxcatcher Takımı”nın John de Pant’ını getiren zengin Van Buren, “Konuşmalarımızı entelektüel açıdan teşvik edici buluyorum, kaderin bizi bir araya getirmesi tesadüf değil” dediği Laszlo’yla “çarpık” bir ilişki kurarken, arada İtalya’nın dağ köylerindeki mermer yataklarına da uğrayan “The Brutalist” bir türlü tasarım olmaktan çıkamayarak dört başı mamur bir esere dönüşemiyor. Himaye altındaki sanatçının “Amerikan rüyası”nın gerçekler karşısında kâbusa dönüşmesi ve “köpeğin sahibinin elini ısırması”, Laszlo’nun toplama kampında açlık nedeniyle kemik erimesi yaşamaya başlayıp tekerlekli sandalyeye mahkûm olan karısıyla ilişkileri, Zsofia ve nişanlısının İsrail’e gitme kararları, ABD’deki siyah-beyaz ayrımı, Yahudi soykırımı mağduriyeti vb. bir türlü bir binanın yapı taşları haline gelemiyor. Yönetmen Corbet, hem çok katlı hem de yatay bir bina yapmak istemiş filminde ama bir türlü sağlam bir temel atamamış. Dağınık, hayli uzun süresinin dezavantaja dönüştüğü, çok şey anlatmak istemesine rağmen dişe dokunur bir çelişme/çatışma içermeyen ve inişi çıkışı olmayan, bolca İsrail güzellemesi yapan, sıkıcı bir film var karşımızda. Durmadan sigara içen Laszlo’yu canlandıran Adrien Brody’nin ağlamaklı suratını görmekten gına geldi desem yeridir! Mimarlık konusundaki bilgim çok yüzeysel ama Laszlo’nun filmde gördüğümüz eserlerinde hiçbir estetik yan bulamadığımı da söylemeden geçmeyeyim.

İsrail’in Nazilere taş çıkartırcasına katliam yaptığı 2024 yılı yapımı “The Brutalist”in Oscar şansının epeyce yüksek olduğunu belirteyim son olarak. Biliyoruz ki Akademi böyle filmleri çok sever ve bol bol ödüllendirir.

Oscar Ödülleri İsrail