İsrail’in soykırımında ABD nerede duruyor?
Geçen hafta Amerikan Kongresi'nde Binyamin Netanyahu gibi bir savaş suçlusunun alkışlanması ABD’nin Orta Doğu’daki terörün sorumlusu olduğu gerçeğini bir kez daha ortaya koydu. Bilindiği üzere İsrail'in, nüfusun yoğun olduğu bölgelerde aşırı askeri güç kullanarak yüksek sivil kayıplarına yol açmakla suçlanmasının nedeni katliama varan orantısız güç kullanımının devlet terörüne sebep olmasından ileri gelmektedir.
Bir süredir Batı Şeria'daki İsrail yerleşimlerinin genişletilmesi, Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere birçok kuruluş tarafından uluslararası hukuka göre yasa dışı kabul edilmekte ve yine bazı devletler tarafından savaş suçu olarak görülmektedir. Özellikle 7 Ekimden bu yana Gazze ablukası, mal ve insan akışını kısıtlayarak insani krizlere neden olmaktadır. İsrail'in, genellikle sivil kayıplarla sonuçlanan, şüpheli militanları hedef alarak öldürme uygulaması yargısız infaz olarak kesinleşmiştir. Bu noktada İsrail’in katliamlarının en önemli desteği Amerika’dan gelmektedir.
'MEDENİ SOYKIRIMCILAR'
Halbuki insan haklarının toplumsal ilerlemenin zirvesi olarak müjdelendiği bir yüzyılda, devletlerin soykırım yapan kişileri açıkça desteklediği örneklere tanık olmak insanlık adına son derece rahatsız edicidir. Sıklıkla dünya barışını tehdit eden bu çağın "medeni soykırımcıları" yalnızca korkunç zulümlerden değil, aynı zamanda toplum üzerinde silinmez yaralar bırakmaktan da sorumludur. Dolayısıyla bir lider veya devlet bu tür ırkçı siyasilere saygı gösterisinde bulunduğunda şüphesiz bunun sonuçları tahmin edildiğinden çok daha derin ve geniş kapsamlı olacaktır.
Soykırımı destekleyenler, etnik kökene, dine veya siyasi bağlılığa dayalı olarak belirli grupları sistematik bir şekilde yok eden bireylere veya rejimlerin meşrulaşmasına yardımcı olmaktadır. Soykırımın ne olduğunun belge ve gerçeklere göre değil de siyasi oyunlara göre belirlendiği yeni dünya düzeninde zulmün mimarları Netanyahu gibi bir savaş suçlusunu mecliste alkışlayabilmesi aklın ve vicdanın kabul edemeyeceği bir hakikattir. Zira bir devlet soykırımcı bir figürü desteklediğinde veya ona saygı duyduğunda, devlet kontrolündeki medya ve eğitim müfredatı, bu kişileri ulusal kahramanlar olarak sunarken, suçlarını nasıl küçümseyerek açıkça inkar edecek şekilde manipüle ettiklerini Hitler Almanya'sında görmüştük.
Soykırımcı figürleri destekleyen siyasi liderler bunu genellikle milliyetçilik, ideolojik uyum veya siyasi kazanç gibi çeşitli nedenlerle yapmaktadır. Amerika’nın Orta Doğu’daki siyasi çıkarları bir yana Biden başta olmak üzere siyasetçilerinin Siyonist olduğu aşikardır. Biden ya da Macron, Netanyahu gibi ırkçı figürlere saygı duyarak, özellikle soykırım kurbanlarıyla aynı doğrultuda olan muhalefet gruplarını türlü yaftalamalarla marjinalleştirerek halkın tepkisini bastırma yoluna gitmektedir.
GÜNEY AFRİKA'NIN GÖRDÜĞÜ GERÇEK
Bu noktada küresel toplum, devletleri bu tür rakamları desteklemekten caydırmak için diplomatik kanallarla yaptırımlar ve uluslararası forumlar aracılığıyla baskı uygulamaya devam etmektedir. İşte İsrail’in senelerdir Filistin halkına yaptığı bu teröre karşı hiç taviz vermeden karşı duran devletlerin başında Güney Afrika gelmektedir. Bunun bir sebebi benzer bir ırkçı rejimin 1990’lara kadar Güney Afrika’da mevcut olması bir yana Yaser Arafat’ın Nelson Mandela hapisteyken kendisini desteklemiş olmasından ileri geliyor.
Güney Afrika’nın bu soykırımı gerçekleştiren ve destekleyenlere karşı uluslararası mahkemeler aracılığıyla yasal işlem başlatmasının arkasında yatan gerçek budur. Eğer Amerika gibi bir devlet bir savaş suçlusuna büyük bir lider olarak saygı duyarsa bunun suçu meşrulaştırma gibi ağır bir sonucu olacaktır. Tarih şüphesiz bir gün bu suçu önümüze getirdiğinde yargılanan İsrail’in yanında başta Amerika olmak üzere İngiltere ve Fransa gibi devletlerin de olacağını bize gösterecektir.
Şüphe yok ki uluslararası toplumlarda ve devletlerdeki vicdanlı vatandaşlar, bu tür tehlikeli ideolojilerle yüzleşme ve mücadele etme konusunda uyanık ve proaktif kalmalıdır. Geçmişten alınan derslerin unutulmamasını ve geleceğin barış, hoşgörü ve adaletle dolu olmasını ancak kolektif çabayla sağlayabiliriz.