İstanbul Sinema Müzesi’ne iyi tarafından bakmak
Beyoğlu-İstiklal Caddesi’ndeki tarihi Atlas Pasajı, uzun yıllar boyunca sinema ve tiyatronun nefes alıp verdiği, sanatçıların ve sanatseverlerin zihninde olumlu duygularla, anılarla yer etmiş güzel bir mekândır. 1877’de köşk olarak yapılmış dört katlı bina, 1948’den itibaren daha çok sanatsal işlev yüklenmiş, Muhsin Ertuğrul’un kurduğu ünlü Küçük Sahne’siyle, Kulis Bar’ıyla, Atlas Sineması’yla, üst katlarındaki sinema dernekleriyle tiyatro ve sinema tarihimizde hoş izler bırakmıştır. Film festivali günlerinde pek çok ünlü konuğun gelip geçtiği, gişesinin önünde bilet kuyruklarının uzadığı, Atlas’ın her zaman nazik müdürü Cevdet Pişkin’in sinemaseverleri bizzat kapıda karşıladığı, nice film heyecanının yaşandığı, kişisel tarihlerimizde de yer etmiş bir sanat mekânıdır burası. Birkaç kez tadilattan geçip yeniden düzenlenen, alt kattaki pasaj bölümündeki dükkânlarla alçakgönüllü bir alışveriş merkezini de barındıran bina, Beyoğlu Kültür Yolu projesine de eklemlenen biçimde son olarak İstanbul Sinema Müzesi’ne dönüştürüldü bilindiği üzere.
Öncelikle bu müzenin çok önemli bir boşluğu doldurduğunu belirtmek gerek; Türkiye’nin bir sinema müzesi yoktu ve bu eksiklik giderilmiş oldu.
VAR OLAN MÜZELERE SAYGIYLA…
Necip Sarıcı’nın Mecidiyeköy’deki geniş bir bodrum katında tamamen kendi olanaklarıyla oluşturduğu ve gerçekten etkileyici bütünlük içeren, küçük bir sinema salonu bile barındıran kişisel müzesi, çok özel meraklılar dışında gözlerden ıraktır, varlığını bile çok az insan bilir.
Antalya’da Altın Portakal Film Festivali’nin fikir babası Behlül Dal’ın küçücük bir salonda sergilenen sinema objeleri ve kişisel eşyası gerçek bir “müze” niteliği taşımaktan uzaktı ve zaten son Menderes Türel döneminde hepsinin bir depoya kaldırıldığı ve çürümeye terk edildiği söyleniyor.
Türker İnanoğlu Vakfı-Türvak’ın Atlas’a beş dakika mesafedeki müzesi elbette ki iyidir hoştur ama tam anlamıyla işlevsel olduğunu söylemek zordur. Kısacası, Frankfurt’taki, Beijing’deki, Moskova’daki vb. çok ünlü sinema müzelerinin “bir benzerinden” bile mahrumduk iki hafta öncesine kadar.
KARAGÖZ’DEN GÜNÜMÜZE TEMAŞA
Müzeler, özellikle de sanat müzeleri, durağan değil, adeta yaşayan, hareketli, edilgen yapılardır. İstanbul Sinema Müzesi de bu işleri iyi bilen Burçak Evren’in Aydınlık’taki köşesinde belirttiği gibi “biraz acele gelmiş” izlenimi vermiyor değil ancak zamanla daha olgunlaşacağını, Türk sinemasının serüvenine dair çok daha doyurucu bir atmosfere bürüneceğini görmek de mümkün. Bu haliyle de başlangıcından itibaren sinema sanatının gelişiminin, bu topraklara girişinin, gelişiminin izlerine tanıklık ediyoruz. En üst katı kaplayan, Barış Saydam tarafından hazırlanan “Karagöz’den Günümüze Temaşa: Osmanlı’da Sinematografın Yolculuğu” sergisi, ülkemizde sinemanın Cumhuriyet’e kadarki serüvenini çok öğretici biçimde aktarıyor örneğin. İlk optik araçlardan Atatürk’ün 10. Yıl Nutku’nun filme alındığı kameraya, dijital hafıza havuzundan “Yeşilçam Telefonda” gibi çok hoş bir köşeye, kostümlere, senaryo örneklerine, saygı köşelerine dek meraklıları tatmin edici bir atmosfer oluşturulmuş.
SİNEMA KÜTÜPHANESİ VE FİLM ARŞİVİ OLUŞTURULMALI
Gerekirse kişisel arşivlerden ve üniversitelerden de katkı alınarak bir sinema kütüphanesinin eklenmesi, MGSÜ-Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Enstitüsü’nün görkemli arşivi son yıllarda büyük bir kaos yaşarken, en azından 1000 filmlik bir arşivin kullanıma sokulması İstanbul Sinema Müzesi’ni çok daha cazip kılacak ve büyütecektir eminim ki. Gittiğimde müzeyi kısaca tanıtan bir broşür bile edinemedim, simgesel anlamda hatıralık obje denilebilecek bir şey de düşünülmemişti gördüğüm kadarıyla. Dilerim bu eksik de kısa sürede giderilir.
Sahte Emek sinemasının yer aldığı Grand Pera’nın protestolu, eylemli inşa sürecinde inşaat şirketinin “ücretli tanıtım memurlarının” kamuoyunu yatıştırmak amacıyla sıktığı palavralardan biri, yapıda “sinema müzesinin de yer alacağı”ydı. Şimdiden canlı cenazeye dönmüş bu binada “yeterince kârlı olmayacağı için” böyle bir şey yapmayacakları çok belliydi ama yine de bir süre “müze sakızı” çiğnemekten geri durmamışlardı.
Şimdi yalandan dolandan değil, gerçek bir sinema müzemiz var. Emek veren herkesin eline sağlık.