23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İstanbul’a yol mu, yoksa tiyatro binası mı lazım?

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Hayır… Hayır… Bu başlık günümüze ilişkin bir haberin ya da güncel bir tartışmanın başlığı değil. Gerçi olsa da kimse inanmaz ya…

Kimi zaman eski gazetelerin arasında kaybolmak insana iyi geliyor… 30’lu, 40’lı 50’li yıllar… Hem günümüze çok benziyor, hem de günümüzden öylesine farklı ki… Sırf gazete başlıklarına bakarak bile, hiçbir yoruma gereksinim duyulmadan, bir toplumun zaman içindeki değişim/dönüşümlerinin izini sürmek mümkün olabiliyor…

İz sürerken kimi zaman düş kırklığına uğrayıp, onca zaman içinde hiçbir şeyin değişmediğini, hep öyle yerinde kaldığını görüyorsunuz, hem de birçok şeyin değiştiğini…

Yazımın başlığını, 30 Birinci kanun (Aralık) 1934 yılında İstanbul’daki bir tartışmayı konu alan Nusret Safa Coşkun’un Son Posta gazetesindeki bir haberinden ödünç aldım. Haber; İstanbul’un yeni valisinin bir ziyafet sofrasında, imar hareketlerinden söz ederken “İstanbul’a evvela bir yol mu, yoksa tiyatro/konservatuvar mı lazım ?” sözlerinden sonra kamuoyunda “birden şiddetlenen bir münakaşayı” içeriyor.

Bir anda dallanıp budaklanan tartışma sonucunda gazete harekete geçerek, halk arasında bir anket yapma gereksinimi duyup, sokağa çıkarak,” İstanbul’a bir yolun mu, yoksa bir tiyatro/konservatuvarın mı?” ihtiyacı olduğunu soruyor.

Ankete ilk yanıt verenlerin başında öteden beri İstanbul’un sorunlarına hassas olan Ulus’un başmuharriri Falih Rıfkı Atay geliyor. Atay: “Asvalt üstünden rahatsız bir şehirde dolaşmaktansa, ayaklarını rahatsız eden ve pantolon paçalarını kirleten kaldırımlar üzerinden, fikir ve zevk müesseselerine gidebilmeyi tercih edecek olanlar az değil” diye bir yanıt veriyor.

Ancak haberi yapan gazeteci anketini yalnızca önemli kişilerle yapmıyor, sokağa inerek önüne gelenlere de aynı soruyu sormaya devam ediyor: Balık Pazarı mevkiinde küfecilik yapan yirmi ile yirmi beş yaşları arasındaki Halil oğlu Bekir adlı vatandaş “kanseri ve konserveyi bildiğini, ama konservatuvarın ne olduğun bilmediğini söyleyip ardından da “küfeme tekme indirmesinler, başka bir şey istemem diyor…

Bir diğer vatandaş soruya “Hayat pahalı, et pahalı, her şey pahalı… Ama sen ikisinden birisini seç diyorsun.” diye yanıt veriyor. Aksaray caddesinde zerzevat satan Galip adındaki vatandaş ise ikilemde kalıyor; “Konservatuvarı biliyorum. Saz öğretilen yer… O da lazım. Mektep orası… Mektebe çok lüzum var bizde… Fakat şu caddeyi görüyor musun? Her yağışta sel basar. Burası şehrin en işlek caddesidir. Yedikule’ye, Topkapı’ya, Cerrahpaşa ve Kocamustafapaşa’ya giden bütün yollar buradan geçer. Bu caddenin yarısı yapıldı, yarısı yapılmadı. Yazın toz-toprak, kışın, çamur ve göldür. Ben size sorayım, hangisini yapalım?”

Öğretmen Selim Say da tek bir yanıt veremeyenlerden: “Sizin sağ gözünüze mi, yoksa sol gözünüze mi ihtiyacınız var? Şeklinde bir sual sizinkisi” diyor ve “Konservatuvar, tiyatro bize şüphesiz yol kadar lazım. Birini tercih etmeyeceğim” diyerek kestirip atıyor.

Sofular Caddesi’ndeki emekli bin başı İlhami Ataman’ın yanıtı ise hem uzun hem de düşündürücü; “İstanbul’un ihtiyacı yalnızca bu iki şey mi gözüm? Bunlar büyük iş, Bizim bildiğimiz basitten mürekkebe gidilir. Kendi mahsullerini Avrupa fiyatına yiyen içen, esnafın haraca kestiği bir şehirde hayat pahalılığından omuzları çöken hemşeriler yoldan ve konservatuvardan evvel çok daha başka şeyler isterler. Zira cebinde meteliği olmayan bir adamın, acaba apartman mı yapsam yoksa bankaya verip faiz mi alsam diye düşünmesi gibi saçma bir şey” diyor…

Kısacası 90 küsür yıl önce değil de, bugün yapılmış gibi…

Bazı şeyler hem değişiyor, hem de zamana takılı veriyor…