01 Ocak 2025 Çarşamba
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İyilik

Bülent İnce

Bülent İnce

Eski Yazar

A+ A-

13-14 yaşlarımda tekerlekli sandalyemle sokağa çıktığımda insanlar genelde para verirlerdi, dilenci sanırlardı beni. (Bütün engelli arkadaşlarım aynı şeyi yaşamışlardır muhtemelen). Utanırdım... Çarşıda, kahvede, lokantada, nerede görürlerse pat kucağıma koyarlardı parayı. Bu yüzden gezerken karşıdan gelen hiç kimseye bakamaz, sandalyemi süren arkadaşımla sohbet ediyormuş gibi yapardım, başımı arkaya çevirerek. Sanırdım ki karşımdaki kişilere baktığımda onlardan para istiyormuşum gibi bir duygu yaratıyordum. Sokağa çıkmak yasak olmuştu sanki bana. Bir gün verilen parayı veren kişinin yüzüne fırlattım, şaşırdı, ne yapıyorsun der gibi yüzüme baktı. Kendine göre haklıydı, çünkü iyilik yapmış ama karşılığını da böyle almıştı. Müthiş öfkeliydim. Neden bana para veriyorlar diye isyan ediyordum. Para vermeye yeltenmeyenler de garip, dik bir ifadeyle, acıyarak yüzüme bakarlardı. Sanki para vermemenin ya da belki de verememenin yarattığı öfkeyle karışık bir mahcubiyetle... İyilik yapanla yapılan arasındaki hassasdenge bozulmuş, şirazesinden çıkmıştı. Şirazeden çıkmaya başlaması da iyiliğin parayla satın alınabileceği duygusuyla birlikte geldi...

İYİLİK ÇINARLARI

İyilik olsun diye yaptığımız her şey iyi midir? Dilenmek zorunda kalan (bırakılan) zavallıya para vermek bizi ne kadar iyi yapar, verdiğimiz para kadar mı? Engellinin maaşını düzenli yatıracağım, işe gelmesine gerek yok deyip, engelliyi ona verdiği sadakayla eve hapseden patron ne kadar iyidir? İyilik nedir? Zihinsel engelli bir kızın terk edilmiş bir evin balkonuna çıktığında sizi görüp de atlamaktan vazgeçip bir kedi gibi yanınıza sokulması... Ve o kızın annesinin, çocuğuna kavuştuğunda minnet duyguları ile size bakarken göz pınarlarına dolan sessiz teşekkürü... Ağır omurilik ya da spastik engelli arkadaşlarımız geliyor derneğimize, anneleri, babaları ya da eşleriyle birlikte. Çocuklarının en mahrem temizliğini yapan anneler ve babalardır bunlar. İyiliğin en sade, en büyük hali... Yüzlerinde bıkkınlığın en ufak işareti yok... Dahası, ya birlikte ölmeliyiz ya da ben ölmeden o ölmeli zira ben ölürsem o ne yapar diyen annenin kahredici çaresizliği... Onsuz bir hayatın gözyaşlarının sessizce içine akıttığını hissedersiniz.

Velilerle yaptığımız düzenli toplantılarda birbirimiz için ağlama duvarı oluyoruz adeta. Kelimelerle ifade edilemeyecek hayatların abideleşmiş simaları bunlar. Bu hayatlardan çoğalan iyiliği nerelere sığdırmalı? Bütün evreni kucaklayacak iyilik çınarları bunlar... Gölgeleri hepimize yeter... İyilik hayatımızdaki ufak ayrıntılarda kaybolan minik dokunuşlardır aslında: Bir kediye su, bir köpeğe mama kadar küçük dokunuşlar...

Geleneksel iyiliğimizin en iyi tarafı yapılan iyiliğin gizli kalmasıydı. Yapan bunu bir reklam amacıyla değil, vicdani bir görev olarak kabul eder, gizlice yapardı, kimseler de bilmezdi yapılan iyiliği. Bir hesabı, kitabı yoktu. Planı, programı, hazırlığı yoktu. Çünkü iyilik insani bir refleksti. Öyle olmalıydı... Şimdi ise yaptığımız bütün ‘iyilikleri’, propaganda ve tanıtım aracı olarak kullanıyoruz. Bir nevi halkla ilişkiler çalışması olarak... Sevgisiz iyilik olur mu? Belki olur ama kuru, samimiyetsiz, zoraki yapılmış bir gösteriye döner. Heyhat, sevgiyi kaybettik, iyiliği nasıl yakalayacağız! Her şeyin ters yüz edildiği zamanların çaresiz seyircileri gibiyiz. İyilik bir ufuk çizgisi gibi, biz yaklaştıkça o uzaklaşıyor. Zamanın kısa tarihinin doludizgin sonuna koşuyoruz sanki. İyiliği tekrar hayatımızın doğal bir parçası haline getirmeye çabalayan insanlar var dünyada. İyilik meleği gibi dünyayı dolaşıyorlar. Küçük insanlar... Görünmüyorlar. Ama varlar. Biz de biraz da onların sayesinde varız.

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları