29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kadınların seçme ve seçilme hakkına dair -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Diyelim ki, varsayalım ki, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra, padişah ve halife Vahdettin İngiliz zırhlısıyla yurt dışına kaçmamış olsun. Ne olurdu?

Kurtuluş Savaşı’nı kazanan kadro aynı kadro ise ve Mustafa Kemal Paşa önder ise, Vahdettin yerinde kalamazdı. Kalması tarihe ve gerçeklere, diyalektiğin doğasına aykırı olurdu.

Bu olmadı. Başka bir varsayım deneyelim: Diyelim ki, Osmanlı hanedanı, geçmişte olduğu gibi, bir yolunu buldu, büyük devletlere ödün vererek yerinde kaldı. Ya da Kurtuluş Savaşı olmadı, Sèvres Antlaşması ve haritası uygulandı ve Osmanlı hanedanı yerinde kaldı.

Osmanlı hanedanı yerinde kaldı ve dinin vesayeti ile ulema sınıfının egemenliği devam ediyor. Varsayım da olsa, kurgu da olsa, Cumhuriyet’i biraz olsun anlamak için, böyle bir yöntem denemek hayırlı olur.

Bunu fırsat bilerek bir soru soracağım: 3 Mart 1930 tarihinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilir miydi? İkinci bir soru: Acaba günümüzde kadınların oy verme hakkı olabilir miydi?

Bu girişten sonra, 5 Aralık 2010 günü Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan, konuyla ilgili yazımı okuyalım:

Kadınlara seçme ve seçilme hakkı

Türk Kadını’nın her yıl en büyük iki günü vardır: 3 Nisan ve 5 Aralık.

3 Nisan 1930 tarihli “Belediyeler Kanunu” ile kadınlara yerel seçimlere katılma hakkı verilmişti. 5 Aralık 1934 tarihinde ise Anayasa’nın 10 ve 11. maddelerinde yapılan düzenlemeyle 22 yaşını bitiren her Türk kadınına seçme ve 30 yaşını bitiren her kadına milletvekili seçilme hakkı verildi. Türk Kadınlar Birliği 7 Aralık 1934’te düzenlediği büyük bir mitingle bu büyük devrimi kutladı.

“Kadınlara seçme ve seçilme hakkı” veren yasa 8 devrim yasası içinde yer almasa da bu bütünlüğün, atılımın ayrılmaz bir parçasıdır.

***

Değerli okurlar, çoğu özgürlüğüne kavuşmamış, sömürge durumunda olan Müslüman ülkeleri bir yana bırakalım, 5 Aralık 1934 tarihinde dünyanın birçok uygar ülkesinde kadınlara henüz seçme ve seçilme hakkı verilmemişti.

1934’ten önce kadınlarına seçme ve seçilme hakkı veren ülkeler: Yeni Zelanda, Avustralya, Finlandiya, Norveç, Danimarka, Sovyetler Birliği, Avusturya, ABD, Birleşik Krallık.

Kadınların Türkiye’den sonra seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu ülkeler: Fransa (1944), Japonya (1945), İtalya (1946), Çin (1947), İsviçre (1971)

Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet devrimlerine karşı çıkanlar kadınlara verilen bu hakka “İstemezük!” diye karşı çıkmadılar. Gene de TBMM tutanaklarına bakmak gerek!

Ancak, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkı için mücadele vermediğine, bu hakkın kendisine tepsi üzerinde sunulduğuna ve bu nedenle de haklarına sahip çıkmadığına dair bir safsata vardır. Cumhuriyet kadınlara seçme ve seçilme hakkını 1934 yılında vermemiş olsaydı ve uygun toplumsal koşulların oluşması beklenseydi, kadınlar daha çok uzun süre bu hakka kavuşamazlardı.

Kadınlarımız, seçme ve seçilme hakkına sahip olmasına karşın, devrim yasaları hedef ve amaçlarına ulaşmadan gerçekten özgürleşemezdi. Özgürleşemedi! Özgürleşemiyor!

***

Düşünsenize, Cumhuriyet’in gözünde kadının köleleşmesinin simgesi olan türban, 2010 yılında kadının özgürleşmesinin ve rüştünü kanıtlamasının simgesi olarak yutturulmaktadır. 2011 yılında başı türbanlı kadınlar milletvekili seçimlerinde aday gösterilirse, sadece kadın oldukları için değil fakat türban taktıkları için aday gösterilecekler.

5 Aralık (1934) kadınların en büyük özgürleşme günü! Geçmişle ve tarihle yüzleşme ve hesaplaşma sadece geçmişi kötüleme olmamak gerekir. Şapka devriminde İskilipli Hoca benzeri, her devrim hareketine karşı kendilerine bir kahraman yaratan mürteci tayfası 5 Aralık (1934) için ne yapacak? Bir başka merak konusu: Türbanı kendilerine özgürlük simgesi yapanlar, 5 Aralık 1934 tarihinde nenelerinin, annelerinin, teyze ve halalarının kazandığı bu büyük özgürlük hakkını tıpkı onlar gibi Beyazıt Alanı’nda kutlayacaklar mı? Bakalım kaç kadın örgütü, türbanlı-türbansız kaç kadın yazar bu büyük günü bir kutlama yazısı ile anacak?

Soruya cevap

AKP iktidarı ya da benzeri bir iktidar devam ederse, şeriat gelmeyecek, getirmeyecekler ya da getiremeyecekler. Devrimler hızlı olur da karşı devrimler aynı hızda olmaz.

Devrim yasalarını, Tevhid-i Tedrisat’ı kaldırabilirler ama matematik, cebir, geometri, fizik, kimya, biyoloji derslerini kaldıramazlar. Çünkü ileri doğru giden hayat kolay kolay değişmez. İran’da çador, Afganistan’da burka giymek zorunda kalan kadın Türkiye’ye gelir ve Bodrum’da bikini giyer.

Tuhaf bir örnek

Mart ayının başlarında bir televizyonda tuhaf bir olayın yayınlanmasına tanık oldum: Mekân, galiba Kadıköy seferi yapan şehir hatları vapuru. Epeyce kalabalık bir orkestra müzik yapıyor. Orkestraya küçük bir koro eşlik ediyor. Fonda birkaç kişi, birinin aşkını ilan eden ve evlenme teklifinde bulunan bir döviz açmış. Allah Allah!

Derken pehlivan yapılı bir genç adam gidip birinin önünde diz çöktü ve evlenme teklifinde bulundu. Nişantaşlı ya da Cihangirli kız evlenme teklifini mutluluktan uçarak kabul etti. Birbirlerine sarıldılar. Dudaktan öpüşmek hariç koklaştılar.

Anaaaaa! Bir de baktım ki kız türbanlı! N’olacak şimdi? Türban İslami muhafazakarlığın simgesi değil miydi? Böyle bir sahne, ana-baba izni olmadan kızların evlenme teklifi kabul etmesi dince caiz midir?

Şimdi, “Demek ki türban dindarlığın simgesi değilmiş” türünden bir çiğlik yapacak değilim. Zaten türbanın dinle herhangi bir ilişkisi yok. Ama türbanlı bir genç kızın böylesine bir gösteri yaşamasının kadınların seçme ve seçilme hakkıyla ilişkisi var.