24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kafama takılanlar

Kemal Ateş

Kemal Ateş

Gazete Yazarı

A+ A-

Televizyonda izlediğim bir olay kafama takılır durur. Böylesi olayları televizyonlarda genellikle film gibi, diye sunarlar, biz de film gibi izleriz, hatta film izlediğimizi sanırız. Amerika'da polis bir suçluyu araba ile kovalıyor, kovalamaca son sürat bazen tarlalardan, çoğu zaman da herkesin kullandığı kalabalık yollardan sürüp gidiyor. Kaçanda da, kovalayanlarda da deli gibi bir hız... Sonunda olan oluyor, suçlunun arabası, bir kavşakta suçu günahı olmayan başka birinin aracına çarpıyor, aracıyla birlikte adam paramparça oluyor. Peki bu adamın suçu ne? Neden öldüğünü bile anlayamadan kanlar içinde göçüp gidiyor. Onun da bir anası babası, çoluğu çocuğu var diye sözü uzatmaya gerek yok. Bu adamı da düşünmek zorunda değil miyiz? Film gibi, diye sundukları için, biz de gerçekten filmmiş gibi üzerinde düşünmüyoruz. Bu kovalamacanın baş aktörü polisler, bu ölümden sorumlu değiller mi? Orantısız güç filan diyoruz ya, "orantısız hız" mı diyeceğiz, ne diyeceksek, bu deli gibi kovalamacaların da bazı kuralları olması gerekmez mi, bazı önlemler alınamaz mı iş bu boyuta gelmeden?

Neyse, Amerika'yı Amerika'ya bırakalım, biz önce şu insanların gözüne gözüne ateş eden kendi polisimizi düzeltelim.

Milli Eğitim'in hali

Bugün asıl, Milli Eğitim'den söz etmek istiyordum. İçler acısı bir bakanlık burası, cehaletin kol gezdiği, örümcek kafalıların doldurduğu bir yer. Sayın Nabi Avcı'nın tonton görünüşü bizi boşa umutlandırmış demek ki... Bazılarını profesörlüğü umutlandırmış olabilir belki, beni o değil, tontonluğu umutlandırmıştı. Bu yaşa gelmiş bir profesör en azından yetiştirdiği çocuklarına, torunlarına, yeğenlerine şuna buna bakarak çocuk eğitimine dair bir şeyler öğrenir, diye düşünmüştük. Sayın bakan kendi ellerinizle küçücük çocuklara dağıttığınız kitaba şöyle bir bakmadınız mı acaba? Bir çocuğun, minicik bir yavrunun eline silahı nasıl yakıştırırsınız? Harçlıklarıyla mermi almalarını nasıl öğütlersiniz? Bu nasıl bir eğitimcilik? Akşam evimizde izlediğimiz filmlerde bile silah varsa, ne adına olursa olsun, şiddet varsa, kan varsa, çocuklara izlettirilmez, yaş sınırı konulur. Her ne olursa olsun, küçücük çocuklara harçlıklarıyla mermi almak öğretilmez, telkin edilmez, edilemez. Büyüklerin kirli dünyasına çocukları da çekmek için nedir bu aceleniz? Sayın Bakan, bakanlığınızı bilirim biraz, kısa bir süre Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği de yaptım. Kurulun en son hali şuydu ben görevden alındığımda: Partiniz başa geçer geçmez Talim ve Terbiye Kurulu önce bütün kadın üyelerden temizlendi, basın olayın farkına varıncaya kadar da uzun süre kadın atanmadı. 13 kişilik kurulun hepsi de değiştirildi, eskilerden her ne hikmetse, ben de dahil işe yarayacak tek bir adam bulunamadı. Görevimin bittiğini bankamatikten öğrendim, oralarda insan harcamak böylesine kolay, böylesi kabalıklar çok sıradan, hem de sizin partiniz için çok zevkli bir iş. Toplantılarda, edebiyat konusundaki en uzun konuşmaları din bilgisi uzmanı, din konusundaki en uzun konuşmaları edebiyatçı uzman yapıyordu genellikle. Hele bir edebiyatçı uzman atanmıştı ki, evlere şenlik. Adam bir öyküde geçen bütün "anneanne" sözcüklerini çizmiş, "nine" olarak düzeltmiş. Niye? Çünkü "anneanne" yanlış kurulmuş bir sözcükmüş, "babababa" diye bir sözcük olmadığına göre, "anneanne" de olmazmış. Böyle tuhaf bir dil mantığı vardı bu uzmanda. Yani siz "ay görüşü", "güneş görüşü" diyemediğiniz için, "dünya görüşü" de diyemeyeceksiniz. Tartıştığımız tasarılar, tasarruflar devlet okullarını bitirmek içindi. Uzatmayayım, oradaki bir yılım böylesi saçmalıklara karşı mücadele etmekle geçti. Acıdım Milli Eğitim'in haline.

Sayın bakan önce şunu sorgulamanız gerekmez miydi: Sizden önce üç bakan değişti, en çok bakan değiştirilen bir makama oturdunuz. Neydi sizden öncekilerin yanlışı? Önce kendi kendinize bu soruyu sormanız gerekmez miydi? Sizden öncekiler, her olaya dinsel açıdan bakıyorlardı, amaçları şeriatçı anlayışı okullara sokmaktı. Tesettür en büyük sorunları idi. Hedef hep kadınlar, kızlar idi, amaç mücahit yetiştirmekti.

Siz de aynı anlayışla yönetecekseniz, bu iktidarın Milli Eğitim'de başarısız olan dördüncü bakanı olabilirsiniz ancak. Önce çevrenize gerçek eğitimcileri alın, daha çocuğun eline verilecek kitabı bile doğru seçemeyen bilgisizlerden, militanlardan kendinizi kurtarın, evet Milli Eğitim'den önce, kendinizi kurtarın sayın bakan.