Kahramanların değişmez yazgısı…
Lise yıllarımızın klasik münazaralarının değişmeyen bir başlığı vardı; olaylar mı kahramanları yaratır, yoksa kahramanlar mı olayları. Bu ikilemde kim kimi ikna ederse münazaranın galibi o olurdu… Yani civcivle yumurta örneği…
Kahraman yaratma deyince hiç kuşku yok ki, Bertold Brecht’in deyimiyle “yaşlı bir yosmanın tüm hünerlerine sahip” Hollywood sineması gelir. Sinemanın henüz emekleme çağı olarak tanımlayacağımız yıllarında David Wark Griffith’in “Bir Ulusun Doğuşu/The Bırth of a Nation-1915” ve “Hoşgörüsüzlük /Intolerence-1916” filmlerinden beri bu kahraman yaratma- ya da oluşturma- olayı bir formüle bağlanmış ve günümüze dek hep aynı kalıplar içinde yinelenip dek gelmiştir. Formül gayet basittir: Önce izleyenlere kahramanı sevdireceksin, sonra kahramanı mağdur konuma sokup seyirciyi üzeceksin, sonra da izleyende biriken acıma/intikam/ sahiplenme/ödeşme/adalet// vs ile biriken duyguyu kahramanın başarısıyla –sonunda ölüm olsa bile- taçlandıracaksın. Yani, bir çeşit, klasik/antik tragedyaların sinemadaki yorumu…
Hollywood’un seyirciyi kahramanla özleştirme formülü dün olduğu gibi günümüzde de geçerliliğini koruyor. Çünkü sinema bu formülün alternatifini hala bulmuş değil. İzlediğiniz klasik kahramanlı Hollywood yapımlarını – ya da Yeşilçam filmlerini özellikle de Yılmaz Güney, Cüneyt Arkın’lı filmleri- anımsayın. Bu formülün dışına çıkan tek bir tanesini bulamazsınız…
Yine klasik bir yaklaşımla kahramanlar dramatik olduğu kadar, hatta daha fazlasıyla ideolojiktir. Perdedeki düşselliğin seyirciyle örtüştüren büyüsü de buradan gelir. Anti kahraman yaratsanız bile örtüşme duygusunu/alışkanlığını zedelemiş olmazsınız… Sonuçta kahraman kahramandır…Çünkü beylik formülün kalıplarına uyduğu müddetçe kahramanın olumlu ya da olumsuz olması hiç fark etmez. Önemli olan kahramanın arketipler ve mitlerden beslenen bir hikayeye sahip olup, kendi küllerinden yeniden doğup, mağdurluktan beslenerek adaleti yerine getirmesi –ya da filmlerde olduğu gibi intikam almasıdır… Öykü ne olursa olsun bu formül asla yanılmaz ve de yanıltmaz.
Bu saptamalardan sonra olaylar mı kahramanları yaratır, yoksa kahramanlar mı olayları oluşturur klasiğine bir gönderme yaparak filmler mi yaşama benzer, yoksa yaşam mı filmlere fena halde benzer diye bir sonuca varabiliriz. Örneğin “yok artık” dediğimiz bir çok şeyi kimileri hayat diye yaşarlarken, filmler bizlere bunları aktardığında “ gereğinden fazla abartılı olmuş deriz.. Yani çoğu zaman sinemanın gerçeği ile yaşamın gerçeği örtüşmez, filmlerde izleyip abartı dediğimiz bir çok şey yaşamın içinde hafif kalırken, yaşamdaki bir çok şey filmlerin içinde olağan sayılır… Değişmeyen tek şey ise, kahramanların oluşum sürecindeki benzerliktir.
Kısacası, ister filmde olsun, ister yaşamda, 2çelme takılıp da düşürülen ya da düşürülmek istenen” mağdurları seviyoruz, benimsiyoruz ve de sonuna dek de destekliyoruz.
Şimdi gel de sinemanın yaşama, yaşamın da sinemaya fena halde benzediğini inkar et….