Kalın’ın, NATO’ya ‘kayıtsız şartsız’ bağlılık taahhüdü
Türkiye ve Rusya’nın devlet başkanları bir araya geliyor ve iki ülke arasında uzun yılları kapsayacak geniş iş birliği konusunda bir anlayış birliğine vardıklarını dünyaya ilan ediyor. Hemen arkasından Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Alman Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, “Türkiye’nin NATO’ya kayıtsız şartsız bağlılık içinde olduğunu” taahhüt ediyor.
Nedir şimdi bu? Biliyoruz, kimileri hemen, “bu denge politikasıdır” diyecekler. Türkiye’de ABD’den gelen tehditlerin yoğunlaştığı, Atlantik’ten uzaklaşma ve farklı seçeneklere yönelme iradesinin güçlendiği her dönemde bu “denge politikası” yutturmacası piyasaya sürülür. 1990’larda ABD, Irak’a yönelik Körfez Harekâtı’na girişirken, “Ne Sam ne Saddam” sloganıyla ABD işgalinin yanında yer alan “solcularımız” vardı. Bugün de Amerikancılık, “Ne ABD ne Rusya” sloganının ve “denge politikası izliyoruz” söyleminin arkasına gizleniyor.
Şunu da biliyoruz: Atlantikçi çok bilmiş dış politika “görevlileri” bir süredir, “Türkiye, Rusya’ya elini verdi, kolunu kurtaramayacak, o nedenle Rusya’nın aşırı isteklerini NATO’ya dayanarak engellemek lazım” diye uzun süredir Ankara’da devlet koridorlarında sufle yapıyor.
'ULUSLARARASI TOPLUM'U GÖREVE ÇAĞIRIYOR
Kalın’ın aynı demecinde dikkat çeken ikinci vurgu ise Suriye ile ilgili. Kalın, Suriye’de, Türkiye’nin PKK tehdidini nihai olarak bitirmek için mevcut koşullarda iş birliği yapması gereken tek meşru kuvvet olan Şam yönetimini “gayrimeşru” ilan ediyor. Suriye’deki olayların baş sorumlularından, Davutoğlu’nun çok iyi anlaştığı ABD eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton dönemine olumlu atıf yapıp, “uluslararası toplumu” daha önce Şam yönetimini devirmediği için eleştiriyor ve yeniden göreve çağırıyor. Tabii, “uluslararası toplum”dan kasıt, ABD ve yandaşları. Aynı yerde, Türkiye’nin Astana ortaklığında birlikte olduğu Rusya ve İran’ı Şam yönetimini desteklediği için eleştiriyor. Kalın’ın konuşmasında, Suriye’nin toprak bütünlüğü, siyasi birliğini sağlama yönünde tek bir vurgu yok.
Tekrar hatırlatalım, bu açıklamalar Türkiye ve Rusya liderlerinin, “Suriye’de yeni bir dönemi başlatmak” için yaptıkları ve Amerikancılarda telaşa neden olan görüşmeden iki gün sonra yayınlanıyor.
GÜNCEL İÇ TEHDİT NATO’CULUK
NATO, Türkiye’nin 40 yıldır sürdürdüğü teröre karşı mücadelesinde destek oldu mu? Hayır!
Peki ne yaptı bu NATO ülkeleri? ABD’nin liderliğindeki NATO ülkeleri en başından itibaren terör örgütünü silahla donatıp siyaseten yönetiyor. Daha birkaç yıl önce, NATO tatbikatlarında hem Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan, “düşman ülke liderleri” olarak tarif edilmedi mi?
Daha önemlisi, o NATO’nun Gladyo mekanizması daha 5 yıl önce Türkiye’de rejim değiştirme amacıyla bir darbe girişiminde bulundu. Bunu unuttuk mu?
Meselenin özü şudur: Türkiye, ulusal güvenliğini sağlamak için bir karar verecektir. Seçenekler, “ABD’yi mi seçelim, Rusya’yı mı” şeklinde değildir. “Atlantikçilik mi, Türkiye’nin bağımsızılığı mı” şeklindedir.
Türkiye, kendisine yönelik tehdide göre bir politika belirleyecektir. Atlantik kampında ABD tehdidini göğüsleme, bertaraf etme ihtimali yoktur. Çünkü tehdit buradan gelmektedir. Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlamak, hak ve menfaatlerini gerçekleştirmek için Atlantik’ten gelen tehdide cephesini dönmesi zorunludur. Tehdidin ağırlığına ve aciliyetine göre politikalar geliştirmek, bunun için o tehdide karşı bir ağırlık oluşturmak için eşitlik temelinde yeni ittifakların güçlendirilmesi gerekliliği bulunmaktadır. Atlantik’e karşı yükselen Asya’da eşit ortaklıklar kurması, Türkiye’nin zorunlu rotasıdır.