Kalkınmanın süngü savaşı
Geçen hafta kalkınma tanımı ve sürdürülebilirlik kavramı açısından ülkemizin kalkınma yol haritasını okurlarımızla paylaşmıştık.
1960 yılında BM raporlarında kalkınmanın devletçi politikalarla yapılabileceğine yönelik bir anlayışın ağır bastığını ancak günümüzde devletçiliğin yerini fon yönetimleri, çokuluslu kuruluşlar ve bu kuruluşların devletlerin önüne koyduğu ilerleme raporlarının aldığını vurgulamıştık.
Ekonomi yönetiminde seçilen neoliberal yollar ülkeleri acı reçetelerle başbaşa bırakıyor. Neoliberalizm tek başına bir ekonomi anlayışı değildir ya da bir sosyal yaşam biçimi de değildir. Neoliberalizm topyekün Batı merkezli bir küreselleşmenin ideolojisidir.
Kaynak yönetiminde Batı merkezli imtiyazların devamı için toplum mühendisliği yöntemleriyle hedef ülkelerin direnişini “yumuşatmak” ve “kırmak” neoliberalizmin ideologlarının temel görevidir. Dünyanın temel kaynakları özellikle enerji üretimi için gerekli hammaddelerdir. Sonrasında ise madenler yer almaktadır. Üretim için gerekli enerji ve hammadde girdilerinde dışa bağımlılık en kötü durumdur.
Dışa bağımlılık denilirken topyekün dış ticaret kastedilmemektedir. Ülkelerin sınırları insanlar tarafından çizilmiştir. Doğanın sınırları ise tabiatın kendi kanunlarına göre şekillenmektedir. İnsanlar sınırları çizerken tabi ki doğal kaynaklara sahip olma güdüsüyle davranmaktadır.
Emperyalizmin çizdiği sınırlar dikkatle incelendiğinde bu yalın gerçekle karşılaşılacaktır. İşgallerin nedeni ya stratejik geçiş alanlarının kontrolü ya da doğal kaynakların ele geçirilmesi olmuştur. Zenginliğe göz dikenlerin kendilerine uygun yerel işbirlikçiler ve çıkar çevreleri bulmaları ise her dönemde oldukça kolay olmuştur.
Ülkelerin birbirleri ile ticaretlerinde tabi ki bir bağımlılık ilişkisi vardır. Ticaret çoğu zaman savaşın önüne geçen bir yoldur. Ülkelerin kendi gerçekliklerine göre özellikle komşularıyla yakın ticaret bağları kurmaları birbirlerine bağımlılıklarını arttırmış ve bu yolla da iyi ilişkiler kurmalarını sağlamıştır.
Türkiye’nin de yer aldığı Batı Asya, Ön Asya coğrafyası tarihin her döneminde çeşitli toplulukların ilgisini çekmiştir. Batı dünyası birbirleriyle yaptıkları savaşların tahribatını onarmak için çözümü Doğu’ya seferlerde bulmuşlardır.
Haçlı örtüsüyle kuşanan batılılar Anadolu’dan güneye doğru sekiz sefer düzenlemişlerdir. Tabi ki insanlık tarihi sadece batılı ordulardan ibaret değildir; Moğollar, Türkler, Araplar, Farslar gibi büyük ordular toplayan ve lojistik açıdan bu orduları uzak diyarlara götürebilen başka devlet örgütlenmeleri de olmuştur.
Ancak günümüzde yer altı ve yer üstü kaynaklarının gizli kalması mümkün değildir ve orduların harekatları rastlantılardan arınmıştır. At üstündeki savaşçının bilincindeki tarım arazisi ile tankın içindeki piyadenin maden rotası aynı hedefte buluşmaktadır.
PETRO-DOLARIN SONUNA YAKLAŞIYORUZ
Yakın tarihte televizyonlardan izlediğimiz birçok savaşın nedeni emperyalizmin petrol ve doğal gaz yataklarına erişimde söz sahibi olma isteğidir. Batı Asya ve Arap yarımadasında bulunan zengin yatakları Çin başta olmak üzere Asya’nın yaşam enerjisini beslemektedir.
Amerika bu bölgelerde kuvvet bulundurarak Çin’in enerji güvenliğini tehdit etmektedir. Çünkü bölgenin birincil enerji alıcısı Çin’dir. Çin’in İran ve Rusya ile yaptığı uzun dönemli alım garantisi içeren anlaşmalar bu tehdidi azaltmak için atılan adımlardır.
Türkiye Pertolleri Anonim Ortaklığı’nın 2020 petrol ve doğal gaz sektör raporunda aktarılan bilgilere göre (onlarda BP’den almışlar bilgiyi); “Küresel petrol rezervlerine bölgesel bazda bakıldığında, Orta Doğu’yu yüzde 18,7’lik rezerv miktarı ile Orta ve Güney Amerika ve sonrasında yüzde 14,1’lik rezerv miktarı ile Kuzey Amerika takip etmektedir. Avrasya yüzde 8,4, Afrika yüzde 7,2, Asya Pasifik yüzde 2,6 ve Avrupa yüzde 0,8’lik rezerv payına sahip” olduğu söylenmektedir.
Bahse konu rezervlerin de bir tükenme süresi vardır. Mevcut teknolojilerle ekonomik olarak üretilebilen ispatlanmış rezervlerin, mevcut üretime bölünmesiyle (Rezerv/Üretim) elde edilen Petrol Rezerv Ömrü hesaplamalarına göre dünya genelinde 50 yıllık rezerv kaldığı hesaplanmaktadır. Bu hesaplamalar açıklanırken teknolojik gelişmeler ve yeni kaynakların bulunması halinde sürenin uzayacağını akılda tutun derler.
Petrol ticaretinin dolarla yapılması dünya sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bu sisteme Petrodolar da denilmektedir. Petrol ve Dolar. Bu iki kelime yanyana gelirse havada bir barut kokusu yayılır değil mi?! Oysa insanlığın ortak geleceği için kullanılan iki kavram olmasını dilerdik.
Enerji denilirken aklımıza özellikle fosil kaynakların gelmesi bir rastlantı değildir. Dünyamızda tüketilen enerjinin %84’ü petrol, doğalgaz ve kömür gibi fosil kaynaklardan oluşmaktadır. Nükleer enerji %yüzde 4.3, Hidro Elektrik yüzde 6.4, Yenilenebilir enerji ise yüzde 5’lik bir dilimi oluşturmaktadır. Fosil yakıtların azalan ya da tükenen kaynak olması nedeniyle son yıllarda yenilenebilir enerjinin kullanımı özellikle “teşvik” edilmektedir.
Petrolün sınırları doların sınırlarını belirler mi? Dijital paralar ile yenilenebilir teknolojiler ve sürdürülebilirlik kavramları doları dünyanın başına bela edenlerin yeni araçları mı olacak? Bu sorular içinde bulunduğumuz süreçleri açıklayan cevapları çağırmaktadır.
Emperyalizm Enerjide Darboğaz İçinde
Enerji yaşamdaki akışın, hareketliliğin, üretimin temel unsurudur. Bu nedenle “enerji güvenliği” ülkelerin en önemli gündemidir. Enerji güvenliğini sağlamak için ülkeler arasındaki rekabetin şiddeti günden güne artıyor. Bıçak sırtı durumlar yaşanıyor. Bir ülke elektrik üretimi için barajlar kurarken bir başka ülkenin su kaynağını azaltmaktadır.
Daha açık örnekler verelim; Doğu Akdeniz’deki gaz yataklarının sahipliği konusunda büyük bir mücadele sürüyor. Batı topyekün orada. Namluların çevrildiği bir diğer alan Arktik bölgesi.
Diğer önemli konu ise hammaddeler. ABD’nin 2020 enerji yasasında kritik malzeme ve kritik mineral tanımları yapılmaktadır. Kritik malzeme, “Enerji Bakanı'nın (i) tedarik zincirinde kesintiye yol açma riski yüksek olduğunu; ve (ii) enerji üreten, ileten, depolayan ve koruyan teknolojiler de dahil olmak üzere bir veya daha fazla enerji teknolojisinde temel bir işlevi yerine getirdiğini belirlediği yakıt dışı herhangi bir mineral, element, madde veya malzeme”.
Kritik mineral ise “ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu müdürü aracılığıyla hareket eden İçişleri Bakanı tarafından kritik olarak belirlenen herhangi bir mineral, element, madde veya malzeme”.
“Elektrik on sekizi” olarak tanımlanan enerji için kritik malzemeler; alüminyum, kobalt, bakır, disprosyum, elektrik çeliği, flor, galyum, iridyum, lityum, magnezyum, doğal grafit, neodim, nikel, platin, praseodim, silikon, silikon karbür ve terbiyum.
ABD Jeolojik Araştırmalar Direktörlüğü tarafından açıklanan kritik mineraller ise; Alüminyum, antimon, arsenik, barit, berilyum, bizmut, seryum, sezyum, krom, kobalt, disprosyum, erbiyum, europium, fluorspar, gadolinyum, galyum, germanyum, grafit, hafniyum, holmiyum, indiyum, iridyum, lantan, lityum, lutesyum, magnezyum, manganez, neodim, nikel, niyobyum, paladyum, platin, praseodim, rodyum, rubidyum, rutenyum, samaryum, skandiyum, tantal, tellür, terbiyum, tulyum, kalay, titanyum, tungsten, vanadyum, iterbiyum, itriyum, çinko ve zirkonyum minerallerinden oluşmaktadır.
Aşağıdaki görseller minerallerin enerji önemine göre tedarik risklerinin kısa ve orta dönemli kritiklik durumlarını göstermektedir.
Batı kendi madenini toprakta bekletiyor, diğer ülkelerin kaynaklarına göz dikiyor. Kendinin olanı koruyor, bizim olanı sömürüyor. Denklem bu kadar net. Tedarik üzerine kurulu bir sistem “darboğazı” savaşla açar.
YÖN VE EYLEM
Savaşı engelleyen durumların başında saldırganın caydırılması vardır. Yeraltı ve yerüstü doğal kaynakları açısından zengin ülkeler için bu kaynakları korumak günden güne zorlaşmaktadır. Nükleer güce sahip olanlar işgal edilemiyor. Ancak içeriden bir operasyonla zor durumda kalabilirler. Türkiye nükleer güce ulaşmak zorundadır.
Türkiye, dünyanın kanlı bir paylaşım savaşına sürüklenmesini engellemek için ağırlığını BRICS’ten yana koymalıdır. BRICS batı merkezciliğe karşı önemli bir odaktır ama yolun başındadır henüz. NATO’nun beslediği çatışma bölgeleri içinde Türkiye toprakları da vardır. Ülkemizi tabağına çekmek isteyen açgözlü kapitalizme karşı milli demokratik devrimimizi bilimsel sosyalizm ile güçlendirmek zorundayız. Mızrak çuvala sığmıyor.