22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kanatsız melek bir CIA ajanı

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

1980’li yıllarda çekilen bir televizyon dizisine dayanan, 2014’te ilk, 2018’de ikinci filmini izlediğimiz Denzel Washington’lı “Adalet” (The Equalizer) serisinin üçüncü filmi sinemalarımızda boy göstermiş durumda. İlk filmde Rus mafyasını tek başına darmaduman eden, İstanbul’a giden trendeki kavga dövüşle başlayan ikinci filmde Brüksel’de gerçekleşen katliamın arka planına odaklanan eski CIA ajanı-suikastçı, yaşamını artık bir “hayalet” olarak sürdüren Robert McCall, şimdiyse İtalyan mafyasına kök söktürüyor.

Sydney Pollack klasiği “Akbabanın Üç Günü” (1975) gibi birkaç tekil örnek dışında Hollywood yapımlarında CIA güzellemesinin haddi hesabı yoktur, içlerinde bazı çürük yumurtalar olsa bile CIA ajanları sonuçta mutlaka göklere çıkartılır ve adeta kutsanır. Geçmişine sünger çekilmiş, sahte cenaze töreni bile düzenlenmiş, yaşamını kâh depo bekçiliği kâh taksi şoförlüğü gibi sıradan işler yaparak sürdüren ama tanık olduğu adaletsizlik vakaları karşısında kendini tutamayıp harekete geçen Robert McCall da “kanatsız bir melek” olarak tasvir ediliyor üç film boyunca. Tehlike anlarında bilgisayar gibi işleyen beyni, olağanüstü yakın dövüş becerisi, müthiş silah kullanma yeteneği, sürekli kitap okumasından anladığımız üzere gelişmiş entelektüel seviyesi ve en önemlisi altın gibi bir kalbi var. Yaşı bir hayli ilerlemiş durumda ama gençlere taş çıkartıyor. Karşımızda, Trevanian romanı “Şibumi” ile “adaletçi”nin çocuğu yaştaki Jason Bourne’un bir karışımı var adeta.

‘BEN AYAĞA KALKARSAM…’

Sinemalarımızda bugün gösterime giren ve Türkçe adında “Son” ibaresi bulunan üçüncü filmde, Güney İtalya’nın sürekli gülümseyen iyi insanlarını, kötülükte sınır tanımayanlardan korumak gibi bir misyon üstlenmiş durumda Robert McCall. İşin bir ucunda yerel çeteler, Napoli mafyası Camorra ve IŞİD var, diğer ucunda ise manavı, balıkçısı, kafe işletmecisiyle, korunmaya muhtaç masum halk.

Bir bağ evinde gerçekleşen dehşet verici katliamın görüntüleriyle açılan film, McCall’un sesini yankılandırmaya başlıyor: “Ben ayağa kalkarsam, ölü sayısı çok artar!” İlk iki filmde de imzası bulunan yönetmen Antoine Fuqua, ana karakterini gene kadınlardan alabildiğine uzak tutarak, romantizme, erotizme vb. hiç yer vermeyerek bir kan-revan serüveni koymuş ortaya. Bakın şu işe ki küçük bir çocuğun kullandığı silahtan çıkan kurşunla ağır yaralanan kahramanımız, kendisini toparladıktan sonra yeni nesil CIA ajanı Emma Collins’in de (Dakota Fanning) dahil olduğu koruma-kollama ve intikam sürecine dalıyor, küçük kasaba halkının süper kahramanı haline geliyor ve doğrusunu söylemek gerekirse üçlemenin bu en zayıf halkasında içimizi fazlasıyla bayıyor.

İTALYAN MAFYASI - IŞİD İŞBİRLİĞİ

“Adalet 3-Son”, İtalyan mafyası ile IŞİD arasında inandırıcı olamayacak kadar zayıf, birkaç cümleyle değinilen bir bağ kurarak, politik-aksiyon boyutunu tamamen geçiştirmiş durumda. Olay örgüsü oldukça basit, iyi insanlar yapmacık, kötü adamlar haddinden fazla klişe ve diyaloglar çok sıradan. Aksiyon sahnelerinde belli bir başarı yakalayan Fuqua, dramatik yapı oluşturmakta çok vasat kalmış ve netice itibariyle ilk iki filmin heyecanının çok gerisinde kalan sığ bir final halkası çekmiş. Denzel Washington’ın dört-beş yıl sonra bir dördüncü filmi taşıyamayacak kadar yaşlandığı da çok belli. Ama tabii ki bunların çok da önemi yok ve “Adalet” üçlemesi eski-yeni CIA ajanlarının her türlü üstün yeteneklerinin yanında birer “adalet savaşçısı” olduklarını da gözümüze sokarak, kurumsal propaganda işlevini yine de yerine getiriyor. Keşke biraz daha zekice yazılmış bir senaryoya dayansaydı da biraz da seyir zevki alsaydık.