Kandil mi İmralı mı? -(TAMAMI)
Oynanan uluslararası büyük oyunda işler karışıyor.
Karayılan’ın üç gün önce yayınlanan konuşmasından sonra The Newyork Times’ta 11 Nisan’da yayınlanan habere ve yapılan röportajlara bakılırsa durum hiç de Başbakanın uzaklardan anlattığı gibi yolunda değil.
Bir yanda İmralı görüşmeleri Türkiye’de “her şey yolunda” derken, psikolojik “Akil Adamlar” silahı geri tepiyor gibi, öte yanda PKK’nın 2 numarası Karayılan’ın dağdakilerin durumu konusunda ne kadar kafa karıştırıcı bir üslup kullanmakta hayli dikkatli olduğunu fark ettiniz mi?
Karayılan’ın Newyork Times’daki sözlerine bakılacak olursa PKK’nın koşulsuz silah bırakma, hatta Türkiye’den çekilme niyetinde olduklarına dair bir kesin karar ya da 35 bin kişinin öldürülmesinden duyulan bir üzüntü, pişmanlık ifadesi, bir özür de yer almıyor. Tersine silahlı mücadele sayesinde istedikleri sonucu aldıklarını özenle söylemekte.
Bu sözler Hükümetin PKK’ya hiçbir siyasi ödün verilmediği yolundaki beyanlarıyla çelişiyor.
En azından PKK’nın koşulsuz silah bırakma gibi bir niyetinin olmadığı anlaşılabiliyor. Gazetenin haberi doğruysa Türkiye, artık Kuzey Irak’a hava harekâtı yapmıyor.
Başbakan’ın “Türkiye topraklarını terk etsinler!” sözünün hukuk açısından savunulamaz niteliği bir yana, PKK’nın dağ kadrosu tarafından kabul görmediği de anlaşılabilir de. Dahası, ayni zamanda sınırlarımızın bitişiğinde silahlı bir PKK terör varlığıyla yan yana yaşamaya hazır oluğumuz ve bundan sonra Kuzey Irak’a askeri operasyon yapmayacağımız anlamına da gelmiyor mu? Bu çetrefil durumun, Hükümetin onay için Meclis’e bile getiremediği Dubai anlaşmasından ne farkı olduğu anlaşılır gibi de değil. Bakan Babacan’ın Amerikan Hazine Bakanıyla imzaladığı bilinen anlaşmada 1 milyar dolar hibe veya 8,5 milyar dolar kredi karşılığında Türkiye’nin Kuzey Irak’a harekât yapmamayı taahhüt ettiği belirtiliyordu. İşte şimdi Amerika istediği sonucu elde etmiş oluyor. Meclis’te onaylanmış bir anlaşma olmasa da Türkiye fiilen Kuzey Irak’ta PKK’yla askeri mücadele yapmaktan vazgeçecek.
Kavil ile fiil uymazsa?
Peki, ileride PKK’nın tekrar sınırı geçip Türkiye içinde askerlerimizi şehit etmeyeceğinin, masum insanlarımızı öldürmeyeceğinin garantisi var mı? Türkiye bu sürecin sonunda ne elde etmiş olacak?
-Terörü tamamen bitirmiş olacak mıyız?
-PKK’nın saldırıda bulunmayacağı yolundaki sözlü güvencesi karşılığında Anayasamızın temel direklerini bile tartışmaya açacağı şimdiden anlaşılıyor.
Anayasamızın değiştirilemez maddelerinin bile değiştirilmesi için verilen önergeleri bu yeni durum karşısında nasıl yorumlayacağız?
-Peki, Kuzey Irak’ta PKK terör örgütünün tasfiyesinden kim sorumlu olacak? Bağdat Hükümeti mi, Barzani mi, yoksa ABD mi?
Bu yolda bize -yani Türk devletine- lütfen de olsa güvence veren var mı? Yok. Dünyada bizden başka hangi ülke bir terör örgütünün varlığını tamamen sona erdirmeden bu işi çözdü?
Biri ya da bir yetkili bu sorulara neden, niçin yanıt vermez?
Amerikalı yetkililer yıllardan beri bize PKK’yla siyasi çözüm için telkinde bulunurlarken bunun terör örgütüyle bir müzakereye, bir pazarlığa yol açacağını ve Türkiye’nin bu pazarlığın sonucunda önemli siyasal, yasal hatta anayasal ödünler vermek durumunda kalacağını bilmiyorlar mıydı?
Öcalan’ın Misak-ı Millî’den söz etmesi, Ortadoğu’yla ilgili yeni bir yapılanma hedefinden bahsetmesi, Hükümet’in de eyalet sistemini dile getirmesi acaba tesadüf sayılabilir mi? Acaba, kendi çıkarlarının gereği olarak Sevr Antlaşması’yla bağımsız bir Kürt devleti kurulmasını dayatanlar bu hedeflerinden tamamıyla vazgeçmişler midir, yoksa bunun için koşulların olgunlaşmasını mı beklemişlerdir? Türkiye’de son yıllarda çeşitli siyasi komplolarla siyaseti yeniden yapılandıranların bölgemizle ilgili bu projelerle hiç ilgileri yokmuş gibi mi davranıyorlar?
Hükümetin sözcülüğünü yapan “Akil adamlar“ bütün bunları biliyorlar mı?Bildiklerini sanmak çok iyi niyetli bir bakış olabilir.
Bilmiyorlarsa kötü, bilerek yapıyorlarsa daha da vahim! Muhalefet Öcalan’la müzakerelere başlangıçta kredi açarak bu tehlikeli gidişe meşruiyet kazandırdığının farkında olmalı! Niçin mi?
Her gece televizyonlarda, ileride milletçe ağır bir bedel ödememize yol açabilecek bu projeyi ballandıra ballandıra anlatıp savunarak halkımızı etkilemeye çalışanlar bütün bu sakıncaları hiç akıllarına getirmiyorlar mı?
Bir ülkede aklın durduğu bir döneme girilmişse bütün bunlara şaşırmamak gerekir. Şaşılacak olan, Atatürk’ün bağımsızlık ve egemenlik ülküsüne bağlı olarak bilinen bazı siyasetçilerin bu gerçekleri gördükleri halde hala ses çıkartmamalarıdır.
Tüm bu varsayımlar, bu sorular 11 yıl ve daha önceleri Dışişleri Bakanlığı bürokratları arasında konuşulur ve tartışılırdı. Ne yazık ki şimdi öyle bir usul yok.
Bakanlık yeni yol haritasını “Ben yaptım oldu” derken PKK’ın dağ kadrosu İmralı’yı ziyaret etmek ister ve “Önder”e bazı koşullarını aracısız söylemek isterlerse ne diyebiliriz ki?
Çete reisi idam mahkumu olarak hücreden koca devlete yol gösteririyorsa olacağı başka ne olabilir ki?