11 Ocak 2025 Cumartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kanun Kuvvetinde Kararname Dönemi-(TAMAMI)

Kurtul Altuğ

Kurtul Altuğ

Eski Yazar

A+ A-

Kanun hükmünde kararname uygulamaları toplumsal bilinci rahatsız eder duruma geldi. Oysa bu uygulama kısa süreli ve çok çabuk çözülmesi gereken sorunlar için kullanılan bir hukuki yoldur.

Anımsıyorum, 1971 yılının 12 Mart gününden sonra Prof. Erim acil çözülmesi gereken sorunlar için Meclis'ten böyle bir istekte bulunmuş ve gerekçeleri de makul görüldüğünden Erim hükümetine bu yetki verilmişti. O süreçte 1961 Anayasası kanun hükmünde kararname yetkisinin sınırlarını hayli özenle, Anayasaya aykırılık teşkil etmeyecek biçimde çizmişti. Nitekim Prof. Erim iktidarda kaldığı sürece bu yolu çok az kullanmıştır.

Rahmetli Özal, kanun hükmünde kararname yetkisini Meclis'ten aldıktan sonra devleti adeta o kararnamelerle yönetilir hale getirmiştir denilebilir.

Keşke bu yol hep Anayasa'nın, hukukun ve parlamentonun iradesini hiçe saymak gibi bir alışkanlığı siyasi hayatımıza hiç getirmeseydi. Özal’ın örneklediği bu uygulama hükümetler için bir kurtarıcı yol olarak görülmüştür. Parlamentonun yasayla yapması mümkün olan uygulamaların yerine yürütme organının uygulama yapma kolaycılığını koymuştur. Yasalarla yapılmasına hukukun izin vermediği başka bir yolu toplum hayatımıza “ben istersem olur.” Anlayışına otokrat bir uygulama tarzını kuvvetler ayrılığı prensibini zedeleyecek biçimde yerleştirmiştir.

Önümüzdeki son örnek sağlık gibi önemli bir kurumun bugün bir karmaşa içersinde bulunmasıdır.

Tam Gün Yasası

Sağlık Bakanlığı'nın çıkardığı “Tam gün” yasasının Anayasa Mahkemesi tarafından iptali, hem üniversitelerde hem tıp alanında büyük bir sevinç yaratmıştı. Hem de yürütmenin haksız uygulamaları Danıştay tarafından uygun görülmemişti. Hükümet ve sağlık bakanı Danıştay tarafından da yürütmesi durdurulan bu temcit pilavını kanun hükmünde kararnameyle şu anda uygulamaya koydu. Kimi doktorlar sokağa döküldü, kimileri de istifa etmeyi seçti. Bu durum karşısında hemen tüm halkın alıştığı ucuz sağlık hizmeti, hizmet olmaktan çıktı ve bir eziyet halini aldı. Doğal olarak üniversite hastanelerinde verilen hizmetler aksayacak. Hastalara devlet elini uzatmayacak, ameliyat için Prof ve doçentler olmayacak ve belki de ölüm vakaları artacak. Oysa devletin Anayasası halka sağlık hizmeti götürmeyi devletin en önemli görevi saymaya devam etmekte. Nedense üniversiteler susuyor, doktorlar ve tabip odalarının tepkileri de olmasa sayın bakan “dediğim dedik” inadını sürdürecek. Dahası, çoktan insan sağlığıyla ilgili zaten hem çalışıp hasta muayenesi ve ameliyat yapabilen çoğu Prof. doktor zorunlu bir tercihle karşı karşıya gelip hem bilim hayatına hizmetten, hem de sağlık sektöründen uzaklaşmak zorunda kalacaklar. Nitekim yargı kararlarıyla tespit edilmiş, hükme bağlanmış bu “tam gün” sorununa ilk karşı çıkan sayın Başbakanın aile doktoru olan İstanbul Üniversitesi rektörü şöyle diyor:

“-Eğer bu uygulama başlar ve benim üniversitemdeki hastaneler özelleştirilse, hemen istifa ederim.”

İşte meselenin aslı bu.

Tam gün kararnamesi, devasa plazalardaki özel hastaneler zincirine yenilerinin ekleneceği anlamına gelmektedir. Yandaş basının pek de önemsemediği bu sağlık sorunu rezaleti kuşkusuz Türkiye’nin Anayasa değiştirilmesinden bile önde gelen bir sorunudur ve temelinde sadece kanun hükmünde kararnamenin verdiği yetki vardır. Milletvekilleri koltuklarında oturmaktadırlar. Mecliste komisyonlarda bu mesele neden ele alınmaz ve neden o meclisin sayısal çoğunluğuyla alınan bir yetkiyle halkın sağlığı ticari bir araç haline getirilir?

Bu ne demektir bilir misiniz?

“Paran varsa özel hastaneye başvur, yoksa ölümü bekle.”