Kapı Portreleri ve Arkasındaki Yaşamlar
Dünyanın neresine giderseniz gidin kapı numaraları iç ve dış mekanların kimliğini tanımlar ve ister istemez mekanların ön ve arkasında kalan yaşamları işaret ederler. Kapı numarası levhaları; biçimleriyle, renkleriyle, rakamların karakteriyle mekânın kısa öyküsünü betimleyen resim gibidirler.
Farklı malzemelerden yapılmış numaralar; paslı, tozlu veya boyalı halleriyle zamanın izlerini üzerlerinde taşırlar ve hikayelerine farklı derinlik katarlar. Bazen ilişkilendirildiği yerle o kadar kişiselleşir ki, yoklukları o yeri “0” noktasına taşıyarak hiçleşmesine neden olur.
Beyoğlu, Üsküdar, Şehremini ve Haliç gibi bazı semtlerin sokaklarındaki kapılar ise, birçok kapı numarasını üzerinde barındıran zengin koleksiyona sahiptirler. Birileri tarafından “kafalarına göre” seçildiği hissi uyandıran o kapı numaralarının karakterleri ve puntoları, bazen çok kişilikli bir portre çizer.
Ara sıra eski semtleri gezerken, büyüklü küçüklü kapı numaralarını bir arada görünce, aklıma Ankara’daki çocukluğumuzun mahalle takımı gelir.
ANNELERİN DİKTİĞİ FORMA NUMARALARI
Çocukluk dönemlerinde mahallemizdeki 68 kuşağı ağabeylerimizin takımı olan “Yeşil Şimşek”in sık sık maçlarını izlerdik. “Yeşil Şimşek” Spor Kulübü, Kurtuluş semtinin 8’er kişilik takımlarından oluşan mahalleler arası turnuvalarda iddialı duruma gelince, yeşil beyaz formalar alarak kurumsallaşmaya ilk adımını atmıştı. Biz de aynı mahallenin yıldızlar takımı olarak geri kalmadık. Maçlarımıza formalı olarak çıkmaya karar verdik. O zamanlar formalar çok pahalıydı ve ancak tuzu kuru ailelerin çocukları forma alabiliyordu. Bir araya geldik ve nasıl ortak formamız olabileceği üzerine kafa patlattık.
Sonunda, hepimize forma olabilecek tek ortak giysinin beyaz kollu atlet olduğu gerçeğiyle yüzleştik. Kurumsallaşmanın birinci aşamasını halletmiştik, ancak geriye iki önemli aşama daha kalmıştı. Birincisi; her takım gibi bir armamız olmalıydı. İkincisi ise, sırt numaralarıydı. Önce, arma ve numaraları kesip dikmeleri için analarımızı ikna ettik. Onlar da arta kalan döşemelik, eski perde, örtü ne buldularsa kesip numaralara dönüştürmeye başladılar.
Aynen; yirmiden fazla yazı karakterinin tasarımcısı ve dünyanın en çok “okunan” insanı Matthew Carter’in annesinin yaptığı gibi. Carter, okulda okuma yazma öğrenmeden önce annesi ona döşeme kumaşlarından bir alfabe seti kesmiş. Carter’in yazı karakterlerine ilgisi ve bilgisi oradan geliyormuş. Yıllar sonra harfleri bir kutuda bulan Carter, harflerin hepsinin de “Gill Sans” karakteriyle kesildiğini ve üzerlerinde diş izlerinin olduğunu görmüş.
Öte yandan, Carter’in annesinin aksine analarımızın formalarımız için kestiği rakamların hiçbiri standart değildi. Ancak, yine de hafızamı zorlayarak “Helvetika” karakterine benzediğini anımsıyorum. Numara ve arma kumaşının rengi içinse çok seçeneğimiz yoktu. Herkesin evinde olabilecek ortak renk siyahtı, ama takımımızdaki Fenerbahçe ve Galatasaray fanatikleri buna şiddetle karşı çıkmıştı.
BEYAZ KOLLU ATLET
İkinci olarak en çok bulunan kumaş kahverengiydi ve boktan bir renkti, ama hiçbir takımı çağrıştırmadığı için de idealdi. Sıra armaya gelince, analarımızın en kolay kesip dikebileceği şekil olan düz ve yalın bir daireye karar verildi. Kahverengi daire beyaz kollu atletin ön sol tarafına, kahverengi numaralar da atletin sırtına dikilecekti. Her şey yolundaydı ve o muhteşem formalarımızla yapacağımız maç günümüz de gelip çatmıştı.
Karşı mahalle takımı henüz kurumsallaşamamış; kimisi okul önlüğüyle, kimisi şortla, kimisi uzun pantolonla tam bir kaotik takım görüntüsü veriyordu. Sıra bizdeydi ve üzerimizdeki gömlekleri, kazakları çıkarıp, analarımızın diktiği beyaz kollu atletten formalarımızla yan yana dizildik. Ancak, arkamızda maçı izlemeye gelen karşı mahalle çocuklarının konuşmalarından, bir gariplik olduğunu sezdik. Arkamızdakiler: “Olm, ne biçim forma bunlar? Şu ‘1’ numaranın büyüklüğüne bak, al kale direği yap. O ne lan; evde mendil kadar kumaş da mı yoktu, karınca duası gibi ‘5’ numara dikmişler. Abi bu ‘0’numara hangi mevkide oynayacak, orta yuvarlakta mı?”
Haklıydılar, çünkü her anne, sırt numaralarının büyüklüklerini kendi kafasına göre belirleyip kesmişti. Benim sırt numaram, oturduğumuz ev ve dairenin kapı numaraları 7 olduğu için, anam da bana 7’yi layık görmüş, rakamı da ortalama büyüklükte kestiği için rakip takımın laf giydirmelerinden sıyırmıştım.
PARAYLA SATILAN KAPI NUMARALARI
Çocukluğuma dönüp formalarımızdaki “kafaya göre” numaralar aklıma gelince, hep Yu Hua’nın “On Kelimede Çin” kitabının “Kandırmaca” bölümündeki gerçek yaşamdan alıntılanmış öyküsünü anımsarım.
Hikâye şöyledir; 1990 sonrasında Çin’in Xiangtan şehri belediyesi özel teşebbüse özenip, kapı numaralarının parayla satın alınabilmesini sağlayan uygulamayı yürürlüğe koymuş.
Çinlilerin batıl inanca göre “6” sayısı uzun yaşamı, “8” sayısı ise şans ve zenginliği temsil ettiğinden, insanlar en çok 6, 66, 66, 6666 ve 8, 88, 888, 8888 numaralarını satın almış. Ancak, kapı numaralarındaki “kafaya göre” uygulamalar sokaklarda karışıklık yaratmış. Örneğin; 3 ile 7 olan kapı numaralarının arasına 8888 gibi numaralar; 792 ile 796 olan kapı numaraların arasına da 6 gibi mantıksız kapı numaraları konulmuş. Sonuçta, işin içinden çıkılamayınca uygulamaya son verilmiş.
Mahalle takımımızın formaları içinde en “kafaya göre” takılan numara ise, defansta oynayan arkadaşın annesinin diktiği “0” numaraydı. Anne, formanın kahverengi armasını yuvarlak keserken, bir taşta iki kuş vurmak istemiş. Daireyi düzgün kesebilmek için, şablon niyetiyle kumaşın üzerine bir kavanoz kapağı koyarak kuru terzi sabunuyla daire çizmiş.
Sonra bu kumaş parçasının altına, yine kahverengi başka bir kumaş parçası koyarak ikisini birlikte kesmiş. Böylece, aynı çapa sahip iki kahverengi daire elde etmiş. Bu iki kahverengi kumaştan dairenin birisini formanın önüne dikerek arma yapmış. Diğerinin de ortasını kesip boşaltarak sırt numarası için “0” rakamına dönüştürmüş. Ancak, dairelerin çapı aynı olmasına rağmen, formadaki konumunun yarattığı büyüklük algısı farklıydı. Armaya bakınca tabak, sırt numarasına bakınca kandil simidi kadar görünüyordu.
Forma dikmeleri için zar zor ikna ettiğimiz analarımıza itiraz şansımız olamazdı, olmadı da zaten. Sonuçta; kurumsallaşmamış karşı mahallenin takımı karşısında, kurumsallaşma yolunda önemli bir adım atmış olan mahalle takımımız sahadan hezimete uğrayarak ayrıldı. Önünde kahverengi daire arması, sırtında büyüklü küçüklü kahverengi numaraları olan, o beyaz uzun kollu atletten devşirilmiş formaları bir daha hiç giymedik.
Sırt numaraları maçın da kurumsallığın da oyuncuların da önüne geçmişti. Forma numaralarının yaptığı iş; rakamların malzemelerinin ve kesip biçme üretiminin bilgilerini içeren evle, maç seyredenlerin izledikleri yer arasında bir pencere açmak olmuştu. Kapı numaralarının yaptığı işi de forma numaralarının yaptığı işe benzetirim; ev sakinlerinin içinde yaşadığı evle, o evin sokağından gelip geçenlerin imge dünyasında oluşturduğu oda portreleri arasında bir pencere açarlar.
Yukarıda bahsettiğim kapı numaralarını konu alan “Kapı No” başlıklı resim sergim 9 – 28 Nisan 2022 tarihleri arasında Bakraç Galerisi’nde gezilebilir.
Kaynakçalar:
Hua Yu, On Sözcükte Çin, Jaguar Yayınları, İstanbul, 2020
Garfield Simon, Tam Benim Tipim, Domingo Yayınları, İstanbul,2020 http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=23743&start=20