Karıştırılan sözcükler -(TAMAMI)
İyi işler, güzel davranışlar “takdir edilir”, taktir edilmez; çünkü “taktir etmek” damıtmak anlamına gelen başka bir sözdür, bu iki sözcüğün (takdir-taktir) karışmaması için, ünsüz benzeşmesinin zorlamasına karşın, kılavuzlar “beğenmek” anlamına gelen “takdir” sözcüğünün aslına uygun yazılışını kabul ederler. Benim gazetem de dahil, pek çok gazetede bu yanlışı görüyorum; “takdir” yerine “taktir” yazıyorlar, bu yanlışı yapanlar arasında yazarlar, öğretim üyeleri de var. Öyle sanıyorum, aynı durumda olan Arapça isbat, tesbit sözcüklerinin ünsüz benzeşmesi nedeniyle bugün Türkçede ispat, tespit biçiminde yazılması çoğu insanı yanıltmaktadır. Bu durumda olan her yabancı sözcük ünsüz benzeşmesine uydurulmadı. Halk ünsüz benzeşmesi gereği “mahçup” dese de, “mahcup” yazılışı doğru kabul ediliyor. Evet, ünsüz benzeşmesi diye bir kural var Türkçede, ama bu her yabancı sözcüğe uygulanmadı.
“Fetva” mı, “fehva” mı?
Dilimizde hâlâ Osmanlıcanın etkileri, izleri vardır, Cumhuriyet döneminin özellikle ilk kuşak yazarlarında Osmanlıca etkisi devam etmiştir, yakın yıllara kadar yaşamış çağdaş yazarlarımızda bazen hiç ummadığımız Osmanlıca sözcüklerle karşılaşırız. Onlar bu sözcükleri kullanırken, ne bir özenti ne edebiyat paralamak ne de anlaşılmaz bir dille heyecan yaratmak gibi ucuz hesapları vardır. Örneğin, Suat Derviş o yazarlardan biridir. Onun Fosforlu Cevriye romanında geçen; “ Zaman sana uymazsa, sen zamana uy, diye atasözü fetvasınca...” cümlesindeki fetva’nın bana göre “fehva” olması gerekir. İşte bir dili, başka bir dil istila ettiğinde, bu tür sıkıntılar kaçınılmaz oluyor. Bir kitabında Haldun Taner’in, “Bir dokun bin ah işit kâseyi fağfurdan fehvasınca...” cümlesindeki fehva’nın editörlerce “fetva” yapıldığını iyi biliyorum. “Fetva” dine dayalı hüküm anlamına gelir, “fehvasınca” ise, “anlamınca, kavramınca” demektir, Haldun Taner, Suat Derviş gibi yazarlar bu sözcükleri iyi bilirler ve kullanırlar, onların kitaplarını yayımlayan editörlerin dikkat etmeleri gerekir.
Doğu ve Batı dillerinde “bi-” eki farklı anlamda
“Doğal” anlamına gelen “tabii” (.. _) sözcüğünün ilk hecesi kısa söylenir, sonunda da iki “i” vardır, ikinci “i” uzatılır, aslı böyledir; ancak “bağlı, ait” anlamına gelen “tabi” (_ _ ) sözcüğü yazılışta tek “i” ile biter, iki hecesi de uzun söylenir. “Ben sana tabi değilim.” diye yazarız, “a” sesini ve “i” sesini uzatarak okuruz. “Direkt” ile “direk” sözcüklerini karıştıranları ne yapar eder, bu yanlıştan kurtarmaya çalışırım. Bu konuda kimi uyardımsa, biraz mahcubiyet yaşasalar da, memnun oldular. Nahif, zayıf, cılız demektir; nahiv ise Osmanlıca sözdizimi anlamında kullanılan bir dilbilgisi terimidir, bunlara çok benzeyen Fransızca naif (özgün yazımında iki noktalı “i” ile) sözcüğü ise, “saf, doğal, deneyimsiz” anlamına gelir. İkisi Osmanlıca, biri Fransızca, bu üç sözcüğün birbirine karıştırıldığını görüyorum. Dilimize doğu dillerinden geçen “bitaraf” (tarafsız), “bikarar” (kararsız) sözcüklerindeki olumsuzluk eki (bi)uzun söylenir, Fransızcadan geçen “biseksüel” sözcüğündeki “bi” ise Latince “iki, çift” anlamına gelir, kısa söylenir. “Ezkaza” sözcüğündeki “ Farsça “ez” ekini “es geçmek”teki “es” ile karıştırdıkları için olacak, “eskaza” diyen ve yazan yazarlar olduğunu biliyorum, doğrusu “eskaza” değil, ezkaza’dır.