27 Kasım 2024 Çarşamba
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kariye Camisi, Müzesi, Kilisesi - 2

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Geçen haftadan devam! Kısaca şunu diyorum: Kariye’yi bize sağ - sol hiçbir iktidar armağan etmedi. Tarihe karışmış birtakım çılgınlar var sadece; adı sanı bilinmez ustalar. Hükümetler, kavramlar her şey geçici; bir bu sözünü ettiğim adamlar kalıcı: Theodoros Metokhites’ten söz edeyim: 1270-1332 arasında yaşamış, bizim Ahmet Mithat tadında bir Bizans entelektüeli. Aristoteles şerhleri yazmış. Lakabı ayaklı kütüphane! Kariye yapısının kütüphanesi, mozaik ve fresklerini ona borçluyuz. Gerçi bugünkü Kariye restorasyonunu dışardan saran panolardaki metni yazanlar, FREKS diye yazmış kelimeyi; Avrupa’yı da avrupa şeklinde; birçok ise ayrı yazılmış. Metokhites’e yakışmıyor! Fresk yazmayı bilmeyen insan var Kültür Bakanlığı’nın çalıştığı kurumda demek; ülkemize yakışmıyor. Geçelim!

Kibirliymiş bizim Metokhites. Yapının girişine kondurduğu, içinde kendisinin de bulunduğu mozaikte, elinde Kariye’nin maketini İsa peygambere takdim ederken görülmekte. Eh sorun ne diyeceksin? Mozaikte kendisini herkesten büyük ve görkemli çizdirmiş bizimki; İsa peygamberden bile! Geçmişin rengi işte.

Bak yine Bedri Rahmi, sıcacık insancıllığıyla bir yazısından ses versin: “İnsanları renklerle bahtiyar etmek, sevindirmek yahut perişan etmek ressamın elindedir, öyle ya; lale çeşitlerini bir araya toplayan bu bahçede insanların yüzünde parlayan ışık nereden geliyor? Yüz bin mumluk bir lambanın başaramayacağı bu gülen aydınlık, bu can evimize kadar işleyen sevinç̧ bize doğrudan doğruya renk dünyasından geliyor. Elli türlü kırmızı, elli türlü mavi, elli türlü beyaz, elli türlü sarı. Eder sana dört yüz renk. Buna bir o kadar daha katın. Bakın ne müthiş bir aydınlık, bir sevinç kaynağı bulacaksınız. Ama bu Hollanda’da lale imiş, Ürgüp’te peribacası, Burgaz’da çakıl, Van Gogh’ta Talens boyası, heybede koyun, kilimde yün, Kariye mozaiklerinde pişen toprak, İznik çinilerinde sır. Bütün bunlar renk babındadır...” Renkler diyor Eyüboğlu. Mekânların ruhunu oluşturan şeyler sesler, renkler işte. Her mekânın ruhu vardır. Kariye, müze olarak o ruhu yıllar içinde kuşanmış, içindeki renklerle bize Metokhites’in ve orada çalışan yüzlerce işçinin, ressamın, boyacının sesini taşımıştır. O ses başka, ezan sesi başkadır. Her biri ait olduğu yerde güzeldir. İkisi de bizimdir!

Kariye yapısı, 1948’den sonra, o renklerin sesini en içten duyuracak şekilde müze haline getirildiğinde içinde İslam ibadet şekline dair herhangi bir şey de bırakılmamıştır. Yalnız yapının sağ yanında, köşede yükselen ve şerefe kısmı geçen yüzyıla ait bir minare... Bu kadim şehrin her yeri böyledir zaten, her yerde, her şeyden küçük izler birbirini izler. Müze idaresinin izniyle içindeki ahşap minber çıkarılıp Zeyrek Camisi'ne taşınmış, böylece içeride sadece Bizans işaretleri kalmıştır. Ne güzel! Bizans da biz değil miyiz? Türk, buraya 1071’de gelen hemşerilerimiz mi demek sadece. Türk daha büyük bir şey ey okur. Buralara gelmiş ama buralara karışmıştır gelince. Buraların varlığında erimiş, kendini yeniden oldurmuştur. Bu da en büyük Türk, Gazi Paşa ile somutlaşır. Sümer de Türk’tür artık (onun için müthiş kurumun adı Sümer Bank), Hitit’de (Ankara’nın eski işaretini hatırla); Bizans da Türk’tür, Osmanlı’da (müziğimiz, yemeklerimiz, kelimelerimiz, hayatımız). Bu büyük bileşimi bize verene de cumhuriyet denir...

Benim için sorun değil de iktidar bilmeli; her yeri camiye dönüştürmek, artan deist sayımızı düşürmez... Önce hoyrat şaşaadan vazgeçilmeli. Ayasofya önemliydi. Ama çevresi zaten camiyle dolu Kariye’yi cami haline getirmek düpedüz intikamcılıktır. Her yer cami olduğunda bizi biz yapan, Tanpınar’ın hayatımız dediği şeyi kaybederiz. Sabah namazının okunduğu saba makamının, hatta Türk Sanat Müziği adını verdiğimiz güzelliğin bile Bizans’tan esintilerle oluşturulduğunu bilirsek sabahın da, ezanın da anlamı canlı kalır. Osmanlı’nın nefis zarafeti, koruduğu izlerle büyüyüp gelişti. Lale Müzesi açarak değil, lalenin ruhuyla. Yeni ve muazzam bir içerikle operalar yapılacaksa o müthiş mimarisiyle Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkmak gerekmiyordu. Orada mekânın ruhu vardı. Emek Sineması’nı kaldırıp taşıdılar, ne oldu? Emek Sineması bitti! İnci Pastanesi taşındı, nerede, var mı bilen? Şan Sineması şeriatçılar tarafından yakıldığından beri sinemamıza şan veren şeyler hep taşra sıkıntısı falan.

Halkımız nezdinde mütevazılığı önde olan İslam, her yeri cami eyleyerek yüceltilmez. Önce kalpten olmak gerek. Din ne kilise, ne camide; kalptedir. Sadi Şirazi’nin insan için dediği, kültür için de geçerli: Birbirinin azasıdır hayatımızı yapan kültürler, aynı toprağın çocuğudur; uzuvlarından birine dert gelirse diğerinde de huzur kalmaz. İstanbul, İngiliz askerinin ayağı toprağına değdiğinde işgal edilir ama, Süleymaniye Camisi’nin tuğlasına zarar gelirse düşer. Kariye bozulursa, altına garaj yapılırsa, imlediğinden başka şey olursa iş biter. Ruh bozulunca mekân artık yoktur! Bunlar zamanın; geçmişimizi, hayatımızı yapan asıl varlıkların koynumuza emanet ettiği değerlerdir. Köşedeki yaslı tamburu sen korumazsan başka sahip çıkanı yoktur, şu çini çatlarsa yetim kalır; o mozaik bin sene önceki hemşerimizin emeğidir. Bunlar yoksa, yok olursun! Kalsan da çukurdasındır...

Halide Edip’in hayata veda ettiği Beyazıt’taki evinde, şöminenin üzerinde Kâzım Vehbi Bey’in bir dörtlüğü yazılı durur, onunla veda etsin fakir: “Ey binamaz diye beni haktan uzak gören / Sığmaz senin hayaline mihrab-ı minberim / Sen sade beş vakitte ararsın ilahını /

Ben her zaman onunla emin ol beraberim.”

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları