29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 25°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kasap et derdinde... -(TAMAMI)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Orhan Pamuk bir romanın yayınlanması dolayısıyla Londra’daymış. Kendisine cezaevlerindeki açlık grevleri ve Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit konusunda ne düşündüğü sorulmuş. O da, “Ben kolayca biteceğini düşünmüyorum. Kolay bir çözüm göremiyorum ve bu konulara girmek istemiyorum” (Milliyet, 3.11.12) diye cevap vermiş.

Orhan Pamuk’un ilk kez “harbî” konuştuğuna tanık oluyorum. “Bu iş” kolay değil ve “bu iş”in kendisine bir getirisi yok. Artık Üsküdar’a geçmiş durumda.

“Bu iş” gerçekten karmaşık, kolay değil, içinden çıkılmaz. Ve bu işte “isteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara” durumu söz konusu değil artık. Bu yüzden karmaşık ve tehlikeli.

Öğrendiğim kadarıyla açlık grevi yapanlar üç şey istiyorlar:

1. Abdullah Öcalan’a İmralı’da uygulanan tecridin kaldırılması. (Ama dışarıdakiler arasında “Tecridin kalkması yetmez, Öcalan serbest bırakılsın!” diyenler de var.

2. Mahkemede anadilde savunma hakkı.

3. Anadilde eğitim-öğretim hakkı.

***

Bu üç talebin muhatabı “Devlet” değil, AKP Hükümeti. AKP Hükümeti davranış tarzını seçmeden devlet hiçbir şey yapamaz. Bu nedenle “Devlet”i bu işe karıştırmak, sorumlu adresi gizlemek anlamına gelir.

Ben bu türden olay ve eylemlere duygusal gözle bakıl(a)maz. Ortada ölüm olasılığı bulunmasına karşın mesafeli durmak, grevcilerin istekleri ile ileri sürdükleri koşulların gerçekleşebilme oranına bakmak gerekir.. Kimse kimsenin cebinden harcamamalı.

AKP türünde hükümetlerin ne yapacakları hiç belli olmaz. Önce “kuzu kebabı yeme” metaforunu başvururlar, sonra grevcilere kuzu kebabı göndermeye kalkışırlar.

Bu yazım, grevciler ve hükümet dışında kalan, tanık durumunda olanların davranışları üzerine. İşin özüne değinmeden, fırsat bu fırsat deyip gösteri yapıyorlar.

Kim ne demiş?

Yaşar Kemal: “Bir insanın açlıktan ölümünü izlemek acıların en büyüğüdür. Bu, insanlığa hiç yakışmaz. Çözümü mümkünken ölümler engellenmezse vebali muhalefetin, medyanın ve hepimizin olacaktır.” (Birgün, 3.11.12)

Murathan Mungan: “Kaç kişi ölürse ölsün, bu ülkede bir gün anadil hakkı tanınacak. Bir insanın kendi yaşamı pahasına direnmesini, bu çaresizliği anlamalıyız.” (Birgün, 3.11.12)

Zülfü Livaneli: “Anadilde savunma en temel insan hakkıdır.” (Birgün, 3.11.12)

***

Ahmet Altan’ın yazısını Hasan Cemal’den öğrendim. (Milliyet, 3.11.12) Suluzırtlak bir yazı: Birinin yazma, ötekinin alımlama estetiğinin düzeysizliğini gösteriyor: Ahmet Altan yazıyor:

“Kürt çocukları, doğduklarında annelerinden duydukları ilk kelimelerin ait olduğu dili yaşatmak için ölüme yürüyor. Yalın bir istek onlarınki... Berrak, açık, temiz ve haklı bir istek. Annelerinin dilini istiyorlar. Annelerinin konuştuğu dili istiyorlar.”

İnsanları yanıltan, son derece kötü, mide bulandırıcı bir edebiyat! Tam olarak Ahmet Altan ve Hasan Cemal zevkine uygun. Yazı, açlık grevi yapanların amaçlarını doğru yansıtmıyor. Açlık grevi yapanlar analarının dilinin resmi dil, öğretim dili olmasını, egemen dil olmasını istiyorlar. Böyle bir istekte bulunmak hiç kuşkusuz haklarıdır, ama yerel hukuk ve uluslar arası hukuk bağlamında mümkün müdür? Yazıcı, bu sorunun yanıtını kendisi vermeden, yukarıdaki suluzırtlak cümleleri yazmayacak. Çünkü dolandırıcılıktır.

Gelelim grevcilerin taleplerine

1. AKP Hükümeti’nin Adalet ya da İçişleri Bakanlıkları idari girişimle Öcalan’a uygulanan tecriti kaldırabilir. Ama Öcalan’ın serbest bırakılması öyle kolay değil. Çok çetrefilli bir yasal süreç. Bu konuda yazmak ve konuşmak isteyen, avukata değil ciddi bir hukukçuya danışacak.

2. Bu konuda Altan Öymen herkese yol gösterdi (Radikal, 2.11.12): Anadilde savunmanın dayanağı olarak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Tercüman bulundurulacak haller” ilgili 202 (1) Maddesi. Mahkeme sanıkların Türkçe bildiğinden emin olduğu için kendilerine Kürtçe tercüman atamıyor. Altan Öymen çareyi gösteriyor: “Sanığın veya mağdurun meramını hangi dilde daha iyi ifade edebileceğinin belirtilmesine sanığın veya mağdurun beyanı esas alınır” bir ekleme yapılabilir diyor.

Yapılabilir! Ama “tercüman” ve “tercüme” işleminin getireceği çetrefil sorunları kimse düşünmüyor.

3. Açlık grevi yapanların da, onlara arka çıkanların da, şatafatlı demeç verenlerin de “Anadilde eğitim-öğretim hakkı”nın ne anlama geldiğini bildiklerinden emin değilim. Murathan Mungan, “...bu ülkede bir gün anadil hakkı tanınacak” diyor. Ama nasıl tanınacak, bu nasıl sağlanacak?

Bir kez daha yazayım:

1. “Ülkesinin bütünlüğü ilkesi” gereği olarak, açlık grevi yapanların taleplerini destekleyecek (kurul belki vardır ama) hiçbir uluslararası kural yoktur.

2. Lausanne Antlaşması gereği, Kürtler azınlık haklarından yararlanamazlar.

3. Kürt dili konuşanlar Türkiye’nin sınırötesi bir sömürgesinin halkı olmadığı için “self-determination” hakkı da geçerli değildir.

4. Halkı (population) ve ülkesi bakımından “bütünlük” bozulmaz “devlet” ilkesi olduğu için, ülkenin bugünkü idari yapısı içinde Türkiye’de Kürtçe “eğitim ve öğretim” yapılamaz. Ancak öğrenilebilir.

5. Kürtçe eğitim ve öğretim ancak bir “Federasyon”un “Federe devlet”inde ya da bağımsız bir devlette yapılabilir.

6. Bunun gerçekleşmesi için meşru devletin bir savaşta yenilmesi ya da kendi rızası ile bölünmeyi kabul etmesi gerekir.

Bunları bilmeden “...bu ülkede bir gün anadil hakkı tanınacak” demek falcılık olur. Tanınacak ama nasıl tanınacak?

Bu konuda konuşmak isteyenler Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı’nın “Uluslararası Hukuk” (Turhan Kitabevi) ve Prof. Dr. Oktay Uygun’un “Federal Devlet” (XII Levha Y.) adlı kitaplarını okumak zorundadır.