Katar bize ne katar?
Katar; Türkiye’nin gaz, istihdam, güvenlik sorunlarını çözecek ülke olarak öne çıktı. Cumhurbaşkanının bu ülkeye 10 bakan ve güvenlik bürokrasisi eşliğinde yaptığı ziyaretten 16 anlaşma ile döndüğü haber verildi. Rus uçağının düşürülmesinden sonra ortaya çıkan doğalgaz açığı tehdidi, Katar’dan alınacak LNG ile çözülecek. Katar büyük inşaatlar yapıyor, yarım milyon işçi gereksinmesini başka ülkelerden karşılamak istiyor. Bu ülkede Amerikan üslerinin yanı sıra, Türkiye’nin de ortak tatbikat çerçevesinde kondurulmuş küçük bir askeri üssü olduğu haber ediliyor.***Katar kendine özgü bir devlet. Osmanlı döneminde Basra vilayetinin bir parçası olan Katar, geçtiğimiz yüzyılda diğer benzerleri gibi İngiliz bölgesi olmuş. Ayrı bir devlet olarak varlığı çok yeni, 1971 tarihli. Toplam yüzölçümü büyük bölümü de çöl olmak üzere 11 bin km2, bizim Ağrı ili ya da Bursa ili kadar büyüklükte. Nüfus yapısı ilginç; toplam yaklaşık 2,5 milyon kişi, ama “Katarlı” sayısı 300 bini bulmuyor. Toplumunun ezici çoğunluğu Katarlı değil, göçmen işçilerden oluşuyor. Sünni ve Vahabi çizgideki Katar, aile yönetiminden ibaret monarşik bir rejime sahip. 1995 yılında oğulun İsviçre’de yaşayan Emir babasını bir faks çekerek devirmesiyle, dünyaya özgün bir darbe türü armağan etmişler. O zaman fakslı darbeyle Emir olan oğul, unvanını şimdi otuzüç yaşında olan kendi oğluna devretmiş bulunuyor. Bir zamanların inci ve balık kasabası, şimdi İran’la paylaştıkları havzadan gaz ve petrol zengini bir kent olmuş. Dünyanın 32 ülkesinde taşınmazlara, şirketlere, futbol kulüplerine sahipler. Herhalde abartmadır, Londra’nın yarısına sahip oldukları söyleniyor. İstanbul’da yalıları var, yalnızca hatırlarına değil sahip oldukları bu taşınmazlara bakılıp İstanbul’da İstinye Bayırı bu yıl AKP belediyesi kararıyla Katar Bayırı adını aldı. ***Katar’la imzalandığı söylenen 16 anlaşmanın istihdam boyutu özel bir anlam taşıyor. Bizim yetkililer, yalnızca kendi insanlarımız değil Suriyeli göçmenleri de buraya yönlendirme perspektifi geliştirmiş görünüyorlar. Resmi adımlar, yasal görüntülü işçi ve göçmen simsarlığının iştahını kabartmış görünüyor. Bunlar, Katar’da çalışan göçmen işçilerin yüzde 75’inin “gelirim arttı”, “tasarruf yapabiliyorum” dediklerini ve yarıdan fazlasının “daha pahalı tatiller yapabiliyorum” dediğini haber yapıyor. Özendirme müthiş. Oysa ortada başka bir dünya var. Katar yabancıları “kefaletli” çalıştırıyor. İşçi, kefalet sahibinin insafında; onun izin ve onayı olmadan yaşamında hiçbir değişiklik yapamıyor. Pasaportlara el koyulması, izin haklarından yoksunluk, ücretlerin ödenmemesi ya da eksik ödenmesi, kalınan yerlerin sağlığa aykırılığı, ev hizmetlerinde “uyku tek mola” sisteminin geçerliliği ve bunların gayrı-insani muamelelere uğraması, kefilli yaşamdan “kaçanlar”ın toplama kamplarına alınması, bütün bunlara karşılık işçilerin hiçbir şikayet hakkı ve başvuru yoluna sahip olmamaları, Basra’daki bu yarımada emirliği zenginliğin sefalet merkezlerinden birine çevirmiş bulunuyor. ***Zenginliğin sefaleti, küreselleşme politikasının kendisi. Arkasında Suudi Arabistan, karşısında İran’la Basra Körfezi’nin bu yarımada monarşisi, küreselliğin sermaye ve emek için taşıdığı birbirine karşıt anlamlarının kristalleşmiş örneği. Aynı zamanda sahte “uygarlıklar savaşı”nın aynası gibi. Şimdi İŞKUR, işçilerimizi ve muhtemelen ülkemizdeki Suriyeli göçmenleri bu simsarlık dünyasına armağan edecek. Hem bu kurum hem Çalışma Bakanlığı dikkat etmeli. Ama en çok da sendika ve siyaset dünyası bu süreci özenle izleyip müdahale etmeli. Uzakdoğulu göçmen işçilerin maruz bırakıldığı “kefalet sistemi”nin ortadan kaldırılması gerekirken, bu çağdışılığın ülkemize uzanmasına izin vermemek gerek.