26 Kasım 2024 Salı
İstanbul 11°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kazanma hırsı

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Zaman zaman, daha çok da can sıkıntısı çekilen durumlarda baş ucu kitaplarımdan biri olan Epiktetos’un, Burhan Toprak çevirisi olan “Düşünceler ve Sohbetler” yapıtının sayfalarını gelişi güzel çevirir içindekileri ezbere bildiğim halde yine de okumaktan büyük keyifler alırım. Sayfalarındaki her bir şey, her bir döneme göndermeleriyle yeni yazılmış gibi yerinde durur.
Aşağı yukarı yirmi asırdan beri tarihin Epiktetos diye tanıdığı bu filozofun gerçek adı bilinmez. Sanırım sonsuza kadar bilinmeyecek. Epiktetos has isim değildir; bu kelime satın alınmış adam, esir, uşak demektir.
O; insanların tümünü “evden kaçmış esirlerin tiyatrodaki durumuna” benzetir. Ve bu benzetmesini tiyatrodaki tepkileriyle ironik bir biçimde tanımlar.
Amacım felsefenin her biri farklı okumalara açık derin sularında gelişi-güzel dolaşmak değil. Yalnızca günümüzdeki kimi olaylarla analoji kurma bahanesiyle Epiktetos’un dünyasına balıklama dalma gereğini duydum. Yeni tanışanlar için, zaman bulurlarsa okumalarını öneririm.
Günümüzde kolay, zahmetsiz yoldan bir koyup on, yüz –hatta bin– alabilmenin tüm yöntemlerini büyük bir kurnazlık ya da kabulü mümkün olmayan bir saflıkla kullananlar için Epiktetos üstadımız şunları söyler:
“...Bir çocuk, ağzı dar, içinde fındık, incir bulunan bir kaba eline sokar, avucunu alabildiği kadar doldurur ve bu kadar şişince, elini dışarıya çıkaramayarak ağlamaya başlar. Yavrum onun yarısını bırak, elini yine dolu olarak dışarıya çıkarabilirsin... Sen işte bu çocuksun. Çok istiyorsun ve hepsini elde edemiyorsun...”
Günümüzdeki kimilerinin hırsı da azı değil, gereğinden, hak edilmeyenden, düşleyemediğinden daha fazlasını, daha daha fazlasını elde etmek… Hem de hiç sorgulamadan, bunun mümkün olup olmadığını irdelemeden, hangi kaynaklardan elde edilmelerine bakmadan, yalnızca istemek…
Teraziyi tutan ellerin ölçüsünü kaçırıp kefelerin arasındaki dengenin bozulup, birinin olabildiğince dolup diğerinin bir dizi vaatler ya da kör umutlarla yükselişe geçtiği dönemlerde bu istemelerin ardı arkası kesilmez.
Tıpkı günümüzde olduğu gibi... Kaynağı belli olmayan kazanımlarla; parayla alınabilecek her bir görgüsüzlüğün, zevksizliğin, cahillikten kaynaklanan pervasız bir küstahlıkla ekranlarda boy gösterdiğine tanık olmuyor muyuz?
Topluma rol model olabileceklerin bile, akıl, mantık, izan dinlemeden her bir şeylerini son kuruşlarına denk zaten yeterince dolmuş olan kefelerinin üstüne ekleyebilmelerinin o anlatılmaz ve de kabullenilmez telaşını yaşadığı bir ortamda, Hatice hanım ile Ahmet dayının mahallelerinde onca yıldır kuyumculuk yaparak güvenlerini kazanmış Emin abiye altınlarının tümünü bir çeyrek daha fazla kazanabilmek için emanet etmelerine şaşmamak gerekir.
Saadet zincirlerinin bir coğrafyanın dört bir yanını sardığı ve de zahmetsizce kazanma hırsının körüklendiği bir toplumda elini aynı torbaya sokup da her seferinde boş çıkaranların çığlıklarını kim duyar ki...
Çaresizliğin yoksulluğa çalım üstüne çalım attığı topsuz bir sahada karşı kaleye gol atmaya çalışıyoruz…