Kentsel belleğin yok edilişi
İstanbul’da herhangi bir semtin, çok değil, yalnızca Cumhuriyet dönemindeki değişim-dönüşüm süreci incelendiğinde, bir kent belleğinin nasıl umarsızca ve de sorumsuzca yok edildiğini görmek mümkün olmaktadır. Özellikle yerel yönetimlerin değişim sözcüğü adı altında bırakın bir kenti çağdaş konuma getirmeyi, giderek kendi geçmişine bile yabancılaştırmıştır. Bu yabancılaştırmanın en belirgin ve en kötü örneklerinden biri de ne yazık ki Beyoğlu’dur. Önce içi, yani Beyoğlu’nu Beyoğlu yapanların boşaltıldığı -ya da kaçırıldığı- bu semt, sonrasında da boşalanların geride bıraktığı kimi değerlerin sorumsuzca yok edilmesiyle de yalnızca belleğini değil, Beyoğlu’nu Beyoğlu yapan tüm özelliklerini de yitirmiştir.Bu konuda yazdığımız sayısız yazılardan biri de yine bu sütunlarda çıkmıştı. Aynı şeyleri yinelemek yerine, eskilerden bir hatırlatma yaparak bir kez daha altını çizelim: “Zaman her şeyin ilacıdır derlerse de sakın inanmayın. Çünkü günümüzün politikası zaman içinde unutturmak, belleklerden silmek üzerine kuruludur. Çaresizler yarım kalan ya da tamamlanmamış işlerini zaman bırakırken, kimileri zamanı unutmanın daha doğrusu unutturmanın ilacı gibi kullanırlar. Yavaş dozda verilen, etkisini hemen göstermeyen ama istenilen sonuca eninde sonunda ulaşan bir ilaç gibi.Beyoğlu’nun yazgısı da, zamanın bilinen ve her seferinde de istenilen sonuca ulaşan bu ilacının verilen dozuyla doğru orantılıdır. Yavaş yavaş verilen, içimi de hazmı da zor bu ilacın tek özelliği tedaviden çok ölümü oluşturmasından gelir. Yan etkilerinden en önemlisi ise unutturmak ya da eskilerin deyimiyle beyni dümura uğratmaktır.
BELLEKLERİMİZDEN DE SİLİNECEKSanıyorum yine Beyoğlu’nun yitip giden kimi güzelliklerinden söz edeceğimiz anlaşılmıştır. Biliyorum sizler okumaktan, ben de yazmaktan yorulduk, ama sanıyorum ki bıkmadık. Bir yandan gazeteciliğin ‘haberin takibi ilkesini’ benimsemekten, öbür yandan da, ne yazık ki oldukça geçerli bir yöntem olan ve kimilerince son yıllarda cömertçe uygulanan ‘zaman içinde unutturulma politikalarını’ bir türlü içime sindirememiş olmaktan dolayı, bu tür yazıları bir süre daha yazmaya devam edeceğiz.Birkaç hafta önce, eski Yeni Ar, yeni Sinepop sinemasının da bizlere elveda demeye hazırlandığını yazmıştım. Yanılmadım...O da gitti. İnci Pastanesi için de benzer şeyleri söylemiştim. Ne yazık ki, o da gitti. Benimkisi bir kehanet değil, aksine Cassandara çaresizliği idi. Yani felaketleri önceden görüp haber vermek, ama kimseleri inandırmamak gibi bir şey. İnci Pastanesinin Beyoğlu’nun haritasından silinmesi demek, aynı zamanda Emek sinemasının idamı demek olduğunu da çok iyi biliyoruz. Sanırım sıra artık ona geldi. Son hamle için biraz daha zamanın geçmesi, kamuoyunun bu salon üzerindeki duyarlılığının biraz daha azalıp, edilgin bir konuma gelmesi bekleniyor. Zamanı gelince onu da, yalnızca Beyoğlu’nun haritasından değil, bizim belleklerimizden de silip süpürecekler. Tıpkı Saray gibi, Lüks, Rüya, Majik (yani Taksim sineması) gibi... Kimi yerel yönetimlerin, bilinen siyasal iktidarların, değişim-dönüşüm adı altında tezgahladıkları oyunun özeti bu. Unutturmak, bir süre sonra köhne bir halde bırakarak belleklerden silmek sonra da yıkıp yok etmek. Basit ama yüzde yüz sonuca varan bir kentin kimi değerlerini yok etme politikası....Böylesine yıkıp yok etmelerin ardından, ağıt yakmanın bile bir anlamı yok artık... Giden gidiyor, acımasızca, hoyratça ve sorumsuzca...Kimilerince değişim-dönüşüme uğratıldığı sanılan bir kentin kimliğini, belleksizlik temelleri üzerine inşa ettiğiniz zaman, yalnızca bu binaları, mekanları değil onun da ötesinde anıları, onca yaşanmışlığı ve de kentli olmanın anlamını da inkar etmiş olursunuz. Sanırım bunu bizler kadar tarih da bağışlamaz. Bir zamandan sonra o da hesabını sorar...”