24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Keynesyen uygulama ile Sovyet ve Türkiye devletçiliği - 2

Hakan Topkurulu

Hakan Topkurulu

Gazete Yazarı

A+ A-

Keynesyen uygulamaları, Sovyet ve Türkiye halkçı-devletçi uygulamalarına yakın olarak nitelendirilmesinin ana nedeni, sosyalist ve milli demokratik devrimlerin ilk örneklerinin ortaya çıkışı ile emperyalist sistemin 2. büyük krizi olan 1929 Buhranının tarihsel olarak birbirine yakınlığıdır. Aynı zamanda Keynesyen uygulamalar halka talep yaratmak için sağladıkları ek kamu harcamaları ile sanki yoksul sınıflara katkı sağlayan sosyal devletler olarak algılanmalarına neden olmuştur. Aslında yapılmak istenen sistemdeki talep unsurunu harekete geçirerek şirketlerin üretim ve satışlarını arttırmak hedefinden başka bir şey değildir. Bunların “sosyal devlet” uygulamaları olarak ifade edilmesi, sadece ideolojik bir kılıf olmaktan öte bir anlam taşımamaktadırlar. 1929 Buhranı sonrası gerek ABD’de gerekse de Nazi Almanyası'nda uygulanan ekonomik politikalar bunların en net örnekleridir.

'GÖRÜNMEZ EL'E İTİRAZ!

Keynesyen uygulamalar, genellikle sosyal demokrat partiler tarafından benimsenmeye yatkın ekonomik politikalar üretirler.

Friedrich Ebert Vakfı Sosyal Demokrasi Akademisi 2009 Aralık ayı baskısı-Simon Vaut ve diğer yazarlar. Türkçe baskı Aralık 2014 çeviren Recai Hallaç “Sosyal Demokrasi El Kitabı 2 - Ekonomi ve Sosyal Demokrasi” adlı kitabın 22 ve 23 sayfalarında şöyle diyordu;

“Keynes 1929 yılının ağır dünya ekonomik bunalımını göz önünde bulundurarak, 'piyasanın görünmez elini' de sorguladı. Piyasanın, Smith’in görüşleri uyarınca varsayılması gerektiğinin tersine, yeniden dengeye kavuşmamış olduğunu, işsizliğin yüksek düzeyde kaldığını ve ekonominin sürekli bir durgunluğa sürüklendiğini belirtti. Keynes, giderek aşağı doğru inen bir döngünün oluştuğunu saptadı: Daha az mal üretildiği ve insanlar işten çıkarıldığı zaman, tüketiciler ve üreticiler endişe duymaya başlıyor ve daha da az para harcanıyor ('korku tasarrufu'). Talep düşmeye devam ediyor, şirketler üretimlerini düşürüyor ve daha fazla insanı işten çıkarıyor, yeniden daha fazla tasarruf ediliyor vs. Kriz giderek tırmanıyor ve ekonomi sürekli bir depresyon tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Bu açıklama, tam da her şeyin bu şekilde cereyan ettiği dünya ekonomik bunalımının ardından büyük rağbet gördü. Keynes, serbest piyasanın işlemediği durumları fark ettiği gibi, bu döngüye müdahale edebilmenin yöntemini de geliştirdi.”

***

“keynes’e göre, devlet, düşüş aşamasinda pi̇yasaya müdahale etmeli̇, borçlanarak ve harcamalarini artirarak, özel talep eksi̇kli̇ği̇ni̇n yarattiği boşluğu doldurmalidir. uygulanabi̇lecek yöntemlerden bi̇ri̇, yurttaşlara doğrudan para vermekti̇r; bu, örneği̇n vergi̇ler düşürülerek yapilabi̇li̇r. ancak, i̇nsanlar duyduklari endi̇şeden dolayi tasarruf etmeye devam ederlerse, bu tedbi̇r sonuçsuz kalabi̇li̇r. daha etki̇li̇ bi̇r yol, devleti̇n, örneği̇n yol ya da okul yaparak parayi bi̇zzat harcamasidir. üstleni̇len bu ek görevler sayesi̇nde daha fazla i̇nsan i̇sti̇hdam edi̇lecek, bu i̇nsanlarin tüketi̇mi̇ artacak, yeni̇ talep yaratilacak ve böylece olumlu bi̇r döngüyü harekete geçi̇receklerdi̇r.”

***

“Keynes şöyle ifade eder bu durumu: “Görünmez elden' duyulan kuşku ekonomide aşağı doğru inen döngü tehlikesi devletin aktif müdahalesi talebi devletin konjonktürü yönlendirmesi Ayrıca bkz.: Francis Wheen (2008), Über Karl Marx. Das Kapital, München. 23 “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız” “Keynes devrimi” “Eğer yüz elli milyon paunddan daha fazla para harcarsak, bütün insanların geliri artar; işsiz olanlarınsa, işsizlik yardımına ihtiyacı kalmaz. İlaveten, bu harcamalar başka birçok insanı da işe kavuşturur. Para ekonomi içinde döner ve çok çeşitli mallara harcanır, az sayıda sanayinin ürünlerine yoğunlaşmaz.” (Keynes 1939, Weinert’ten alıntı, 2008)”

***

“Keynes, Smith’in varsaydığı gibi piyasanın her zaman dengeye kavuşacağı inancını terk edişini böyle temellendirdi. Yukarıda andığımız “uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız” sözü ünlüdür. Bu sözüyle, siyasal sorumluluk taşıyanlara sesleniyor, bugün istihdam ve büyüme sağlamanın, daha iyi olacağı düşünülen müphem bir geleceğe ve kendi kendini düzenleyen piyasaya güvenmekten daha önemli olduğunu söylüyordu. Ancak, piyasaya müdahalenin riskli olduğunu, çünkü doğru zamanın ve ölçünün saptanmasının güç olduğunu da teslim ediyordu. Bu konuda şöyle diyordu: “En göze çarpan olgu, muhtemel getiri hakkındaki tahminlerimizi son derece kuşku götürür bilgilere dayanarak yapmak zorunda oluşumuzdur. Bir yatırımın birkaç yıl sonra sağlayacağı getiriyi belirleyecek etkenler hakkında sahip olduğumuz bilgi genellikle sınırlı ve çoğu durumda anlamsızdır.” (Keynes 1966: 126)”

“Çözümlemelerinin ve devletin piyasaya müdahale etmesi önerisinin o dönemde yarattığı etki, Keynes’in hem Smith’e, hem de Marx’a karşı çıktığı bir “Keynes devriminden” söz edilmesini sağlayacak kadar büyük oldu. Gelen tepkiler de buna uygundu. Liberaller ve muhafazakârlar, Keynes’in gizli bir sosyalist olduğunu iddia etti. Marksistlerse, onu, piyasaya aşırı güvenmekle suçladılar. Ancak şurasi kesi̇n ki̇, keynes, yaşadiği dönemde almanya’da ve başka ülkelerde yükselmekte olan di̇ktatörlüklere muhalefet edi̇yordu ve yaptiği öneri̇lerle demokrasi̇yi̇ korumayi amaçliyordu.”

SAHTE REFAH POLİTİKALARI

Son cümle sosyal demokratların el kitabında Keynesyen politikaların kutsandığını açıklıkla göstermektedir.

Bilindiği üzere sosyal demokrasi, emperyalist kapitalist sistemin, kriz dönemlerinde yükselen toplumsal muhalefeti soğutmak görevi olan siyasi bir akımdır. Kapitalist sistemin tekrar yol alması ve içinde bulunduğu krizden çıkmak için para dağıtmak, bu olmazsa devletin okul hastane gibi sosyal yatırımlar yaparak istihdam ve talebi artırması programı sosyal demokrat partilerin sahte refah politikaları ile birebir uyumluluk içindedir.

Keynes doğal olarak gelişmekte olan ülkeler ekonomisinin 1929'da girdiği krizi değil, yaşadığı İngiltere'de ekonomik krizi çözmek için yola çıktı. Sonuçta klasik iktisat teorisinin uygulanabildiği ülkeler gelişmiş kapitalist ülkelerdi. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kapitalizmin emperyalizm aşamasında boğup, kendi kapitalizmlerini kendi iç dinamikleri ile geliştirme şansı bırakmadıkları gelişmekte olan ülkeler, eksik talebi ve tam istihdamı kamu harcamalarını artırarak çözme şansına sahip değillerdir. Nedeni gayet açıktır. Bu ülkelerin talebi artırmak için önce arzı artırma, yani üretme koşullarının yaratılması sorununun çözülmesine ihtiyaçları vardır.

KEYNES'TE ARZ SORUNU YOKTU!

Sözün kısası John Maynard Keynes’in gözlemlediği arz artırma gibi bir sorunu olmayan ekonomilerdi. O ülkelerin sorunu, olan üretimin satılabilmesi ve ekonomik çarkın dönmesi sorunu idi. Türkiye ve benzer ülkeler kendi kapitalist üretim ilişkilerini geliştirme ile ilgili ekonomi politikalarına ihtiyaç duyuyorlardı.

Şu soru çok mantıklı bir şekilde ve kısa yoldan bizi sonuca götürür. 1929 Buhranı olmasa idi gerek Sovyetler birliği gerekse Türkiye kalkınma için hangi yolu seçeceklerdi. Sermaye birikimlerini ve kapitalizmin alt yapısını 19. yüzyılda tamamlayan gelişmiş kapitalist ülkeler yanında, doğal olarak üretim ilişkileri ağırlıklı olarak köylü kitlelerinin toprağa bağımlı üretim şekli olan Sovyetler Birliği ve Türkiye kalkınma modeli olarak daha fazla kamu harcaması yaparak tüketimi teşvik etme ve talebi artırarak ekonomiye canlılık kazandırma yolu son derece anlamsız bir yöntem olurdu. Talebi karşılayacak sanayi alt yapısı olmayan her iki ülke hangi talebi yaratarak üretimi arttıracaklardı. Her iki ülke kısa yoldan sanayileşerek, gelişmiş kapitalist ülkelerin sanayi ve tarımsal üretim gücüne ulaşmaları gerekmektedir. Kendi burjuvazisini, kendi dinamikleri ile yaratma şansını 19. yüzyılda elinden kaçıran bu iki ülke ancak devletin elindeki olanaklarla tasarruf sağlayarak sanayileşebilirdi. Her iki ülkede kalkınmasını birbirine benzer şekilde planlı ve kamu eliyle kalkınma yöntemine yönelerek tamamlamaya çalıştı.