Kıbrıs Sorunu’nun ardında ne var?
Bayram değil, seyran değilken, Kıbrıs görüşmelerini kim ve neden yeniden başlattı? Obama, uzun süredir muhatap almadığı Erdoğan’la bu konuda neden telefon görüşmesi yaptı? Bu soruların yanıtı, ABD’nin “Ulusal Güvenlik Programı” çerçevesinde Morton Abramowitz ve Eric S. Edelman’ın eşbaşkanlığını yaptıkları çalışma grubunun “Retorikten Gerçekliğe: ABD’nin Türkiye Siyasetinin Yeniden Şekillendirilmesi” başlıklı raporunun “Tavsiyeler” bölümünden aşağıda yapılan alıntıda verilmektedir (“From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy”, Bipartisan Policy Center, Ekim 2013). Raporun tarihine bakıldığında, ABD’nin bu “tavsiye”ye uymakta hiç zaman kaybetmediği anlaşılıyor.
“Kıbrıs’ta diyalogu yeniden başlatmak”
“AKP’nin iktidara gelmesiyle umut veren bazı gelişmeler olmasına karşın, 2004’ten bu yana Kıbrıs sorununun çözümünde çok az ilerleme kaydedildi. Mevcut koşullar, uzun zamandır sürüncemede kalan bu sorunun çözümüne yönelik görüşmelerin yeniden başlatılması için elverişlidir. Kıbrıs açıklarında önemli doğalgaz rezervlerinin bulunmuş olmasından, Türkiye’nin bu rezervlerden yararlanabilmek için daha uzlaşıcı bir tutum takınmasını sağlamada yararlanılabilir. İsrail’in Doğu Akdeniz enerji haritasındaki rolü göz önüne alındığında, bu durum, aynı zamanda Türkiye - İsrail ilişkilerinin onarılmasına da katkıda bulunabilir. ABD, benzer biçimde Atina ve Lefkoşa’nın mali krizini, bugüne kadar görüşmelerin yeniden başlatılıp sonuca ulaştırılmasının önündeki esas engeli oluşturmuş olan Yunanlı ve Kıbrıs Rumlarının bu muhalefetinin üstesinden gelmede bir manivela olarak kullanabilir.
“ABD’nin her iki tarafla birden çalışacak yüksek düzeyde bir delegasyon oluşturarak bu fırsattan yararlanması ve Birleşmiş Milletler’in de görüşmeleri yeniden başlatarak, referandumda Kıbrıslı Türklerce kabul edilip Rumlar tarafından reddedilmiş olan 2004 Annan Planı doğrultusunda bu soruna bir çözüm araması gerekir.”
Türkiye’yi “kıyısı olup denizi olmayan” bir ülke haline getirmek
Kıbrıs’ın ABD ve AB tarafından “yeniden birleştirilmesi”nin temel hedefi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin varlığına son vermektir. Böylece adadaki Türk askeri varlığı son bulacak, KKTC “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin “kurucu unsur”larından biri haline gelmekle, Türkiye ile askeri, siyasal ya da ekonomik herhangi bir alanda işbirliği yapma olanağından yoksun bırakılacaktır. Çünkü uluslararası düzlemde bağımsız davranma hakkı elinden alınacaktır. Bir yandan ülke içinde kurulan “kumpas”larla Türk Deniz Kuvvetleri’nin Doğu Akdeniz’de ülkemizin haklarını koruma olanakları ortadan kaldırılmışken, diğer yandan Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail, Lübnan ve Mısır’la yapmış olduğu münhasır ekonomik bölge anlaşmaları ülkemiz nezdinde de geçerli hale gelecektir. Kıbrıs’ın bütünüyle bir ABD-AB üssüne dönüşmesi, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki etkisini de kısıtlayacaktır.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin iki önemli sorunu
Bölgede önemli miktarda doğalgaz rezervleri bulunmuş olmasına karşın, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi açısından iki önemli sorun bulunmaktadır. Birincisi, mülkiyet ve işletme hakları açısından uluslararası bir anlaşmazlığın yol açtığı belirsizlik, uluslararası sermayenin bu alana yatırım yapmasında caydırıcı bir rol oynamaktadır. İkinci sorun, doğalgazın esas alıcısını oluşturacak olan Avrupa’ya nakline ilişkindir. Doğalgazın karadan naklinin tek yolu, Türkiye üzerindendir. Bunun dışındaki seçenek, doğalgazı sıvılaştırılmış olarak deniz yoluyla taşımaktır. Bu ise maliyetlerin yükselmesi ve nakledilecek miktarın ciddi biçimde kısıtlanması anlamına gelmektedir.
‘Kıbrıs’ı verme’nin karşılığı
“Kıbrıs’ı verme” konusunda Türkiye’yi “uzlaşmacı” tutuma yönelteceği düşünülen etken, doğalgazın Türkiye üstünden naklidir. Beklenen, Erdoğan Yönetimi’nin aynen Barzani Yönetimi’yle olan ilişkisindeki gibi, “nakil hakkı”na fit olmasıdır; Erdoğan Yönetimi’nin Kuzey Irak’taki Türkmenlerin hakları konusundaki suskunluğunun Kıbrıs Türklerini de kapsamasıdır. Abramowitz-Edelman Raporu’nda “mevcut koşulların uygunluğu”ndan söz edilirken söylenmeyen, Erdoğan’ın iktidarda kalma uğruna her şeye razı olacağıdır.
Ülkemiz yine Kuzey Irak - Kıbrıs hattından sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Suriye’ye karşı yürütülen saldırıyla, bu ülkenin kuzeyinde planlanan “Kürt koridoru” da aynı hatta dahil edilmiştir. Ama Annan Planı günlerine göre en önemli fark, o günlerin güçlü ABD’sinin yerinde bugün yeller esmesidir.