Kim bunlar?
Bu adını yazdıklarımdan kaçını ya da hangisini tanıyorsunuz? Amos Kibitok, Jacques Harvey, Vivian Jamutai, Paul Kipkosgei, Kiprotich Stanleyvd... Biraz değil, bir hayli zorladınız değil mi? Belki de bu isimleri ilk kez duyanınız vardır. Biraz ipucu verirsem belki tanıyanınız çıkabilir. Ha gayret... Polat Kemboi Arıkan, Ali Kaya, Aras Kaya, Jack Ali Harvey, RamilGuliev ve Yasemin Can. Tanır gibi oldunuz değil mi? Biri değil hepsi -dahası da var- Hollanda’nın başkenti Amsterdam’daki Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda yarışan ve ülkemize bir dizi birincilikler, ikincilikler armağan eden Türk Millî Takımımızın gurur duyduğumuz evlatları (!)...
Spor yorumcularının ve de muhabirlerinin ağız birliği etmişçesine, “Türkiye atletizmde tarih yazıyor” dediği sporcularımız bunlar... Onlarla ne kadar övünsek ve de ne kadar sevinsek az...
Peki bugüne kadar bu yetenekli milli atletlerimiz neredeydi? Bunun yanıtını, bizim basınımız değil ama Avrupa basını gündeme taşıyarak enikonu ironiyle şöyle veriyor: Devşirme zaferi...
Milli takımımızda yer alan 48 sporcudan 16’sını devşirme atletler oluşturuyor ve ayrıca altın ve gümüş madalya kazananların yüzde 90’nı da onlar. Bağrımıza basıp grur duyduğumuz bu atletler Kenyalı, Kübalı, Jamaikalı, Azerbaycanlı, Etiyopyalı, Ukraynalı ve Güney Amerikalı...
Kısacası Türkiye, Bahreyn ve Katar gibi kendi yetiştirmediği -ya da yetiştiremediği- sporcuları transfer ederek başarı elde etmeye yönelmiş. Ve kısmen de amacına ulaşmış görünüyor.
Keşke benzer yöntemi Avrupa Futbol Şampiyonasında da uygulayıp nüfusu birkaç milyonu geçmeyen ülkelerin sporcuları ile de asgari ücretle çalışan teknik adamlarına ay yıldızlı formaları giydirebilseydik... O zaman bize kaç ülkenin takımı dayanabilirdi ki...
Olsun, asla geç değil. Nasıl olsa atletizmde “devşirme yöntemi” tuttu. İlerde buna toptan vatandaş yapacağımız Suriyeli sporcular da eklenince bize kim dayanabilir ki? Milyon dolarlık maaş alan hocalara artık ne futbolda, ne atletizmde gerek var. Onların ne yaptıklarını gördük. Ayrıca küçük çocuklarımıza, yıllar yılı sürecek spor eğitimi aldırmak da neyin nesi? El oğlu yetiştiriyor işte... Ver parayı, giydir milli formayı, al altını, gümüşü, bronz madalyayı. Hem kârlı, hem zahmetsiz, hem de garanti. Onca maaş ödediğimiz Fatih Terim ne yaptı öyle... Hani biz bitti deyince bitmezdi... Ama el oğlunun asgari ücretli teknik adamlarının çalıştırdığı takımlar, sporda her bir şeyin para olmadığını kanıtlıyor bize...
80 milyona yakın bir ülkenin devşirme sporculara gereksinim duyup onları kiralayarak Türk Milli Takımı adı altında yarıştırması “milli” olmayı her daim gündeme getiren bir siyasal iktidara ne kadar yakışıyor? Ya da toplum olarak böylesine bir durumu nasıl içimize sindirebiliyoruz...
Spor alanında durum böyle... Ya diğer alanlarda? Suriyelilere vatandaşlık -ya da çifte vatandaşlık vermek- an meselesi. Suud çeteleri 80 bin dolara TC vatandaşlığı veriyor (kısa sürede 23 bin kişinin böylesine vatandaşlık elde ettiği biliniyor) ve ayrıca İstanbul barosu avukatlarından Torun’un belirttiği gibi 700 bin sahte kimlikli kişi bu coğrafyada kol geziyor...
Garip bir paradoks, TC vatandaşı olmak bir özlem, bir ayrıcalık, bir umut mu, yoksa sudan ucuz mu?
TC vatandaşı olmak için ne gibi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini bilmem. Bugüne dek de ilgilenmedim. Ama bildiğim tek şey var ki o da, bir yarışmalık bedelleri ödenmiş devşirme sporcularımızla ulusal marşımızın hep bir ağızdan söylenemeyeceğidir... Önemli olan ay yıldızlı formaları bir başkalarına giydirmek değil, o formaların içine girecek genç sporcuları, yetiştirebilmektir...