23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Kim demiş heykelleri sevmiyoruz diye

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Bu coğrafyanın gündeminden düşmeyen geleneksel konulardan biri de heykellerdir. Yapılışı da, tasarımı da tartışma konusu olduğu kadar, zaman zaman tahrip edilmeleri de söz konusu olmaktadır. Belleğimizi biraz yoklayıp biraz da gerilere baktığımızda bunların bir rastlantı olmayıp hangi amaçlara hizmet ettiği de ortaya çıkmaktadır.

Tanzimat’ın ilanından bir yıl sonra Osmanlı sarayı vakanüvisi Ahmet Lütfi Bey, bir yıl öncesinin olaylarını anlatırken, imparatorluk fermanı gereğince Sultan Abdülmecid'in (1839-1861) reformlarının yıllık kutlamaları nedeniyle bir ziyafet verilmesi ve buna ilaveten, hayırlı reformların ilan edildiği saray bahçesi olan Gülhane'nin içine bir "adalet taşı - seng-i adalet" inşa edilmesinin duyurulduğunu anlatır. Bu taş, halkın çoğunluğu tarafından ulaşılması güç bir mekanda olacağı için bir başka adalet sembolünün de (nişan-ı adalet) Beyazıt Meydanı'na kurulması düşünülür. Düşünülüp de bir türlü gerçekleşme olanağı bulunamayan bu proje için ise yine aynı zat bu kez şunları söyler:

"Açıktır ki, zafer takı ve benzeri sembollerin inşası, zaferin anısının ebedileştirilmesine hizmet eder. Ama, yine de bu pratikler insanlar arasındaki asılsız fikirlere göre, Avrupa geleneği, alışkanlığı olarak kabul edilir ve yersiz, boş konuşmaları artırır. Bununla birlikte, bizler için bu pratikler haberdar olduğumuz, yabancısı olmadığımız şeylerdir. "

Osmanlı'da ilk heykelin nasıl parçalanıp yok edildiğini bilmeyen yoktur. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu anlayış yıkılır gibi olur. Çünkü işe Mustafa Kemal Atatürk el atmıştır ve heykelin bir ülkenin sanatında ne denli önemli bir rol oynadığını bilir. Bu nedenle de, Pietro Canonice, Heinrich Krippel gibi ünlü yontucuların Türkiye'ye gelmesinde önemli katkıları olur. Atatürk; sanki daha sonraki dönemlerde heykellerin başına nelerin geleceğinden haberdar olur gibi, heykel sanatının önemini şu sözlerle vurgulamıştır:

"Uygarlaşmak isteyen her ulus, mutlaka heykel dikmeli ve heykeltraş eğitmelidir. Meşru yasaları kafi derecede alamayan bazı insanlar, tarihsel kutlamalar için heykel tesis etmenin dinimize aykırı olduğu görüşünü sürdürüyorlar.1300 yıl sonra bir Müslüman’ın bir parça taşa tapınma hatasına kapılabilmesi imkanı ve İslamiyet’in de bunu kabullenmesi, bir bozulmaya işaret eder. O halde Türk sanatçısı, ecdadını gelecek kuşaklar için ölümsüzleştirmekte özgürdür."

Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün ilk heykelinin Sarayburnu’na dikilmesi ardından Taksim abidesinin çalışmalarına başlanması heykele ve abidelere olan tepkinin tekrar ortaya çıkmasına neden olmuştur. Taksim abidesinin öncesinde ve sonrasında yapılan tartışmalar, bir önceki dönem gibi Cumhuriyet döneminde de heykellere olan geleneksel karşı koymaları azaltmasına rağmen, tümüyle yok edememiştir.

Örneğin Taksim gezisinin önüne dikilmek istenen İnönü heykelinin, Taksim anıtından daha yüksek olması nedeniyle kaidesinin konup heykelinin üstüne konmaması, Karaköy’de yer alan Güzel İstanbul heykelinin müstehcenlikle suçlanıp tüm İstanbul’u gezip birden bire ortadan kaybolması, Antalya’ya yapılması düşünülen Kral Attolos’un eşcinsellikle suçlanıp onun yerine Korkutelili Mustafa’nın dikilmesi, efe heykelinin bıyığının kısa, donunun uzun olması, bir başka ilimize dikilen bir heykelin ise kimilerince beğenilmeyip tümüyle ortadan kaldırılması, heykellerin sanatsal niteliklerinden daha çok, siyasetin bilinen dayatmalarından olmuştur…

Günümüzde ise heykel tartışması bitmiş gibi görünüyor. Birkaç kişinin dışında artık hiç kimse dikilen onca heykellere karşı sesini çıkarmıyor… Biraz daha ses çıkarmazsak tüm illerin girişleri ile meydanları neredeyse meyve bahçesiyle hayvanat bahçesine dönüşecek. Armudundan trupuna, elmasından havucuna dek her bir şeyin heykeli var. Kol saatiyle dinozorlar da (neyse ki kaldırıldı) işin çabası…

Yontu sanatı açısından, parayla satın alınan tüm zevksizliğin baş tacı edilip alanları süslediği bir dönemden geçiyoruz… Kim demiş heykelleri sevmiyoruz… İnanın külliyen yalan…