Kişisel gelişim işleri
- İstersen başarırsın. - Yapma yahu! Ciddi misin; mesela ne kadar istersem başarırım, hem anlatsana bana başarı nedir; başkalarının başarısızlığı üzerine mi inşa edilir başarı? - Eh, uzatma, önce istemeyi dene, çok istersen olur, olumlu mesaj yolla evrene. - Evren derken, tam olarak nereye gidecek mesaj, neyle; misal ben Mecidiyeköy tarafındayım genelde, oradan yollasam gider mi; gönderi karşı ödemeli mi, hem bakalım evren mesajımı kabul edecek mi? - Eder ama yapıcı ol, o zaman kazanırsın, yaşam koçunu dinle! Önce tutkularını koy kalbine! İçe dönüşle başlat aktif farkındalığını. Kontrol edebildiklerini ve edemediklerini ayır. Ben gittim, çok iyi geliyor, bir arkadaşım düzenliyor, “yazıyla reiki” kursu; sen de katıl, sana bibliyoterapi de yaparlar orada; sonrası zaten bir kitap: Allah De Ötesini Bırak. Gerçi ötesi bırakılacaksa bu kitabın ikinci cildi niye yazıldı bilmem. Fakat ne fark eder. Diyelim ailenle aran kötü, o zaman da başka bir kitap: Mevlana ile Aile Terapisi. Yeni hayatın başlıyor, hemen al, oku, düzelt işleri.
Fars dilinin müthiş şairlerinden Mevlana terapist mi? Değil tabii! Asıl sorun, yukarıda geçen paragrafın, uzun süredir kişisel gelişim adıyla pazarlanması. Gelişime karşı mısın diyeceksin? Neden olayım, kişisel ya da toplumsal, her gelişmeye açığım. Ama gelişme nedir, doğru tanımlayalım. Hele ki son yıllarda az değişik, biraz boncuklu giyinen, bir parça sakallı her şahsın uzman sayıldığı bu yeni “teknik” hakkında söz almak gerekir.
Günümüzde daha çok özel sektöre insan ithali için kullanılan bu işe ciddiyetle eğilen dostları incitmek istemem. Onlar bildiği işi yapıyor. Fakat söz ettiğim sığ suların kahramanları kişisel gelişimi plaza sınırlarının dışına taşıdı. Hz. Ali’nin Liderlik Sırları diye kitap var yahu. Madem sır, sen nereden öğrendin be adam demezler mi? Her sahtelik gibi bu da batan bir kültürü beraberinde getirdi. İnsanlara nasıl yaşayacağını öğreten bir kalabalık var artık hayatımızda.
Kişinin kendini geliştirmesi elbette önemli. Ama hangi yönde gelişim. Çelişme olmadan gelişme olur mu? Diyalektiğe uğramayan gelişme neye yarar. Gelişim büyük puntolarla yazılmış iki kitapla, onca kolay elde edilebilecek şey mi? Hem kimin ilkeleriyle? Bozkırın iç ritmini, çölün saatini, okyanusların dip akıntısını, hayatın, sanatın uğultularını duymayan insana, okuduğu büyük kitapların satırlarıyla ürpermeyene, hayatın iniş çıkışlarını nabzında duymayana hangi yaşam koçu fayda eder? Tolstoy, İnsan Ne İle Yaşar’ı boşa mı yazdı? Kendi kendine bir tuğla ekleyememiş kişinin malzemesinden, hangi uzman bir şey geliştirebilir? Gündelik hayatta en sık kullandığı kelime “sıkıntı yok” veya “aynen” olan tiplerden; arkadaşlığa biriktirilecek bir “değer” gözüyle bakanlardan koca hayat nasıl öğrenilir?
Amerikan meddah George Carlin’in bir sözü var: “Kitapçıya gidip kişisel gelişim kitabı alacak motivasyonun varsa kişisel gelişim kitabı almana gerek yok.” Kendini sev, deniyor bu kitaplarda. Söyledikleri iyi oldu bak, kitabı alınca anladım kendimi sevmem gerektiğini! Neyi istiyorsan sen osun diyorlar. (Ben şu an kahve istiyorum mesela, kahveye benziyor muyum!) Hadi şimdi kalkıp yanındakine sarıl diyorlar. Neden yahu, neden tanımadığım adama sarılayım, hiç sevmem böyle sululukları. Böyle içi geçmiş bir kültürsüzlükten hayat vaat edenlere asıl ben bir kitap tavsiye edeyim: Guy Debord’un Gösteri Toplumu!
Değilse bu boş kişisel gelişim tarzı, yabancı bir ülkede, ne olduğunu bilmediğin renkli bir içecek gibi geliyor bana, soğuk içilen. Yüzünde çok düşünmüş insanların ıstırabını gereksinmediği için kolay. Kolaycılığın sahte sözleri. Harcanacak emek, gösterilecek çaba, yaşanandan arta kalan acı, çekilecek zorluk sorun değil bu sığ sularda, ezberin tamamsa tamam! Kişiliği geliştirecek olan ne? Şair, “yaşamayı bilseydim yazar mıydım hiç şiir” diye sorarken, bu nereden çıktığı belli olmayan birtakım adamlar - kadınlar, nasıl bir bilgi önermekte: İstersen başarırsın diyorlar. Evet, sor bakalım üst katta oturan, kemoterapi gören komşun ne düşünüyor bu konuda? Yaşamak istiyorsan toprağa köklerinle bağlanacakmışsın, anlatsana; hadi söyle ona; hayat var, fark et, anı yaşa, zirveye tırman de!
Böyle zırvaladıktan sonra, zırvalarının yanına bir Can Yücel şiiri koymayı da ihmal etme! Bağlanmayacaksın, mükemmel örnek bu konuda. Bu saçmalık tabii ki Can Yücel’in değil; olsa olsa Jan Yüjel’e aittir. Ama sığ suların denizcileri bayılıyor bu tarza: “Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne / O olmazsa yaşayamam. demeyeceksin. Demeyeceksin işte. / Yaşarsın çünkü. / Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.”
Çok hızlı uçabileceğine inanıyorsan uçarsın diyorlar. Gülümse diyorlar. Gülümseyince her şey yoluna girecek, eminler. Oturduğun kafelerden, elinde isminin yazılı olduğu plastik bardakta aldığın içecekler de var, daha ne! Her şey yoluna girecek, gülümse. Bir devlet hastanesinde, kirli, nefes kokan kalabalık bir odada unutulmuş kimsesiz; kim bilir nerede açlıktan ölen altı yaşındaki kız çocuğu; huzurevinde ölümü bekleyen ihtiyar müzisyen, otobüste yanında duran, intiharın eşiğindeki temizlikçi kadın hep gülmeni bekliyor zaten!
İnsana dair insanca her şeyi reddeden bu öğreti, bir kenardan boş hayatlar sunmaya devam ederken sadece aptalların daima mutlu olduğunu düşünmeksizin gülümse diyor. Gencecik insanlara, huzur öneriyor durmadan. Oysa gençlik huzurun değil, fırtınanın zamanı. Büyük sanat, büyük hayat seni beklerken berbat Jan Yüjel’leri ile üstüne geliyorlar! Sıkı dur olur mu, sıkı!