Klasik romandan başarılı uyarlama: ‘Monte Cristo Kontu’
1845’te yayımlanmış, Türkçe baskısı 1400 sayfa tutan, hızlıca ama keyfini ala ala okumayla bile bir haftada bitirilebilecek romanı üç saatlik filme sığdırmak hiç kolay bir iş değil ama 2024 yapımı, sinemalarımızdaki gösterimi devam eden “Monte Cristo Kontu” bunu gayet iyi başarmış görünüyor.
Alexandre Dumas’ın görkemli klasik eseri daha önce 1922’den başlayarak defalarca beyazperdeye uyarlandı, son olarak 2002’de Kevin Reynolds, Jim Caviezel ve Guy Pearce’lı kadroyla sağlam bir versiyon gerçekleştirildi ve şimdi de Alexandre de La Patelleiere-Matthieu Delaporte ikilisinin yönettiği “tam bir Fransız filmi” var karşımızda.
Büyük bir coşkuyla, kana kana su içer gibi okunan roman, uğultulu yılları ve Napoleon iktidarını geride bırakmış ama devrik imparatorun yandaşlarına yönelik Bonapartist avının sürdüğü Fransa’da geçer bilindiği üzere.
Genç denizci Edmond Dantes bir ticaret gemisinde çalışmaktadır ve fırtınalı bir gecede yanmakta olan gemiden kurtardığı genç kız ve onun verdiği Napoleon imzalı mektup kaderini değiştirir.
Mutlu bir evliliğe adım atmak üzereyken üçlü bir ihanete uğrar, vatana ihanetle suçlanır ve tam 14 yılını zindanda geçirmek zorunda kalır.
Sonunda kaçmayı başardığında Monte Cristo adasındaki kökü Tapınak Şövalyeleri’ne dayanan hazineyi ele geçirecek, çok zengin bir adam olarak Paris sosyetesine girecek, adım adım “İntikam değil, adalet!” dediği süreci yaşayacak ve düşmanlarına da yaşatacaktır.
BEKLEMEK VE UMUT ETMEK
Alexandre Dumas, “Robespierre kralları giyotin düzeyine indirdi, Napoleon halkı taht düzeyine yükseltti” dediği, “Tanrı geleceği değiştirebilir ama geçmişi değiştiremez” inancının damga vurduğu romanında (çev: Aysen Altınel, İthaki Yay., 2003), yarım kalmış bir aşkın acısıyla, ne kadar zengin olursa olsun “hayatını kaybetmiş” bir adamın adalet-intikam arayışını sayfalara dökerken film de seyircinin bu sürecin tadını doya doya çıkarması için zengin bir görsellik sunuyor.
19. yüzyıl başlarının Fransa’sını mutlu aile yemeklerinden prangalı mahkumiyetlere, denizin getirdikleri-götürdüklerinden tabancalı düellolara, kılıç şakırtılarına ve hançer darbelerine açılan yelpazede akıcı ve gösterişli bir dille yansıtan De La Patelleiere-Delaporte ikili yönetimi, romana da filme de son noktayı koyan “Beklemek ve umut etmek” yaklaşımını ete kemiğe büründürüyor.
ERDEM VE MASUMİYETİN KAYBI
Altın çağ dönemi Hollywood destanlarının anlatımını tekrarlayan, gösterişli, pahalı, zavallı Dantes’in Kont’a dönüşme sürecini biraz şıpın işi anlatsa ve dönemin politik atmosferine pek değinmese de romanı baştan sona okumasalar bile öyküyü az çok bilenleri tatmin edebilecek, tamamen yabancı olanlara ise biraz uzun ve sıkıcı gelebilecek bir film “Monte Cristo Kontu”.
En dibi gördükten sonra, erdemli olan bir adamın bu vasfını kaybetmesini, büyük servete de kavuşmasının ardında intikam yolunda hangi adımları atabileceğini, düşmanlarının mahvoluşunu görmek için ne gibi kumpaslar kurabileceğini gösteren yapım her şeyden önce Alexandre Dumas’ın dehasına bir kez daha şapka çıkartmamıza vesile oluyor.
Yeni yaşamında aynı zamanda bir maske değiştirme ustasına da dönüşen, düşmanlarının çocuklarına da “aşk yıkıntısı” yaşatmak için elinden geleni esirgemeyen Dantes, genişçe bir mahkeme bölümüne de yer veren serüvende hukuku ve borsayı da emellerine alet etmekten çekinmiyor.
Seyirciye, haksızlığa uğrayan kurbanla empati kurmak için geniş bir hareket alanı yaratan klasik serüven, yayımlanışından 180 yıl sonra, genç nesil seyirciyi de etkileyecek bir intikam dramasına dönüşüyor beyazperdede.
Türkiye’de seyirciden de (iki haftada 5 bin bilet satılmış) eleştirmenlerden de pek ilgi görmeyen “Monte Cristo Kontu”, başrollerdeki Pierre Niney, Mercedes Herrera, Laurent Lafitte, Bastien Boullion gibi bizde pek tanınmamış oyuncuların başarısıyla da dikkat çekiyor.