’Koltuk sevdası’ ve CHP’nin açmazı
İkbal peşinde olanlar aşinadır. Bunun ne menem bir hastalık olduğunu da gayet iyi bilirler.
Mark Twain’in şu sözünü okuyunca bir ân bunlar geldi aklıma:
“Siyasetçiler bebeklerin alt bezi gibidirler; aynı sebepten ötürü sık sık değiştirilmeleri gerekir.”
Doğrusu bu koltuk sevdası artık siyasetle özdeşleştiği için, bu benzetmeye hak vermemek ne mümkün!
1970’lerin başıydı. Ama biz daha çok 1966-69 arası, Erzurumlu sendikacı Canip Öztürk’ün çevresindeki gençler olarak CHP’nin kentteki varlığının heyecanlı grubuyduk.
Bülent Ecevit’i 14 Mayıs 1972’de partinin genel başkanlığına taşıyacak olan “ortanın solu” hareketinin savunucusu Öztürk’ün varlığı CHP için Doğu’da bir güçtü aslında.
Biz sosyalist eğilimli gençlere sosyal demokrasiyi ve solu anlatıyordu Canip Öztürk. Bu ülkede gerçek anlamda sosyal demokrat bir partinin varlığının ancak Türkiye soluna nefes aldırıp sosyalizmi filizlendirebileceğini dillendirirdi sürekli.
Halkevleri henüz işlevini yitirmemişti. Gençliğin enerjisi aydınlık ülkeden yana bir şeyler yapmaya dönüktü. Kimse ne ikbal, ne koltuk sevdasındaydı.
Sanırım o inanç sosyal demokrasiyi kurmayı vaat eden CHP’yi o günlerde iktidara taşımıştı.
Ecevit’in halkçı söylemi ülkenin sosyo-ekonomik koşullarında kitlelerde karşılığını bulmuştu. Ama karşıtı güçler, buna fırsat vermeyerek ülkenin bugünkü siyasetinin mayasını oluşturacak karmaşaya ve iç çatışma ortamına zemin hazırlayacak olayları ardı ardına hayata geçirdi.
Özellikle 1974 sonrası süreç, 1980 askeri darbesinin hazırlığıdır. “12 Mart”ta eksik bırakılanı tamamlamadır adeta!
Ecevit, İsmet İnönü’ye muhalefet yaparken ideolojik bir söylemle yola çıkmıştı. İşte bugünkü CHP’nin açmazı da aslında mevcut ideolojik yapısından kaynaklanmaktadır.
Partinin yönetim kadrolarında yer alan önemli sosyologların, iktisatçıların, ekonomistlerin bile yeterince toplumu/ülkeyi analiz edemedikleri kuşkusundayım!
Bugün gelinen yerdeki parti içi savaş demok-ratik bir mücadele değildir. Kendini yönetememe sendromu yaşayan bir partinin ülkeyi nasıl yönetebileceği kaygısı giderek kitlelerde pekişmektedir.
Hem muhalefet olarak güven verememesi, hem de kitleleri harekete geçirememesi ideolojik eksikliktir, kendini yenileyememesidir. Ki, parti yönetimiyle de ilgili bir açmazdır bu aslında.
Siyasetteki başarısızlık sizi hâlâ yerinizde tutuyorsa, bunun adı: Koltuk sevdasıdır.
Ve bunu söyleyen kişilerin önce aynada kendilerine bakması gerekir.
Bugün CHP’de “fırsat siyaseti” egemendir. Bu nedenle “erdem”den söz edilemez bu tarz siyasette.
Kadınların, gençlerin önünü açamayan; ülkesinin gündemdeki en temel sorunlarına aymaz kalan bir siyasi anlayış her dem kaybetmeye mahkûm.
Bülent Ecevit “ortanın solu” hareketinde yürürken kadınları, gençleri ve sendikacıları almıştı yanına.
Bugünkü CHP ne yapıyor?
“Soma faciası” yalnızca iktidarın değil, muhalefetin de en büyük ayıbıdır hâlâ. Bunun gibi yüzlerce olay/durum sayılabilir.
Toplumsal duyarlığı olabilecek bir sosyal-demokrat parti yaratmak düşüncesinin ideolojik yanını ıskalayan bir CHP, sanırım bu “koltuk sevdası”nı daha çok kavgaya da dönüştürecektir. “Hizipçiliği” Türkiye siyasetine yerleştiren CHP ne olmak, ne yapmak istediğine atananlarla karar veremez.
Çünkü derdi ülkeyi çağdaş dünyada bir yere taşımak değil güdük siyasi manevralarla günü gün etmektir.
Gene de benden bir öneri: Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce’ye yakın çevrelerinden birileri Sun Zi’nin (Sun Tzu) “Savaş Sanatı” kitabını tam da şu sıralar armağan etmeliler bu iki siyasi kişiye. Belki siyasi hayatlarının “stratejisi”ni bundan böyle çizmelerinde yararlı olur.
Meral Akşener, küresel güçlerin “Türkiye projesi”nin bir parçasıydı. Görevini yerine getirdi, çekiliyor. Eğer Kılıçdaroğlu hâlâ koltuk sevdasından vazgeçmeyecekse; bilin ki, tarih onu da bu projenin neresinde yer aldığını bir gün yazacaktır.