30 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Komiser Kolombo

Burçak Evren

Burçak Evren

Gazete Yazarı

A+ A-

Belirli yaşta olanlar, tek kanallı, siyah-beyaz, saat 12’den 12’e dek yayın yapan, istemediği görüntüleri manzara resmi, günlük yayını ise İstiklal Marşımızla kapayan, “yaşam”, “özgürlük”, “koşul” ya da “neden” sözcüklerini inat ve ısrarla söylenmesini engelleyen Musa Öğün dönemin ilk TRT’sini hatırlarlar herhâlde…

Hiç unutmam, rahmetli Onat Kutlar’la birlikte TV’nin ilk yıllarındaki gece sinemasındaki bir filmi sunuşumu. Film öncesi beş dakikalık konuşmamız, sözünü ettiğimiz sözcükleri kullanmamız nedeniyle yaklaşık beş saat kadar sürmüştü… Hey gidi yıllar…Hey…

Ülkemize oldukça geç giren TV’ye hazırlıksız yakalanmamız beraberinde bir dizi sorunları getirmiş, giderek aynı oranda kaçınılmaz aksaklıkların oluşmasına da zemin hazırlamıştı. Bu aksaklıların başında da eleman ve program eksikliği geliyordu. Ancak kısa bir süre sonra buna da pratik bir çözüm bulundu; elemanlar Yeşilçam’dan, diziler de ABD’den alınarak yayınların yapılması mümkün odu.

O yıllardaki yerli filmlerimizdeki starlar; fahişe, hayat kadını ya da genelevde çalışıp vesikalı olsa da asla öpüşmez, soyunmaz, yatağa girmez, tüm bunların aşkın doğal bir uzantısı olduğu gerçeğini akıllarından bile bile geçirmeyip masumiyet halesinin kabuğundan hiç dışarı çıkmazlardı.

O dönemler Yeşilçam melodramlarında kadınlar iyi ya da kötü ya da melek ve de şeytan kadın olarak feodal ideolojinin ayrımlarına uğramıştı. Biri acı çekmez, sevmez, baştan çıkartıp ocak yıkarken, bir diğeri yani melek kadın içindeki acıyı dudaklarında çığlık yerine gözlerinde yaş yapıp içine atardı. Kısacası kadının tinsel anlamda yüceltilişiyle erkeğin erdemi, fiziksel olarak kullanılmasıyla da erkeğin zaafı, çoğu zaman da gücünü açıklayan bir araç olduğu yıllardı…

İşte kadınla erkeğin öpüşmesinin bile sansür nedeniyle saniyelere bağlanıp tahammül edilmediği o yıllarda TV’nin ekranlarında ABD dizileri fütursuzca at koşturmaya başladılar evlerimizin içindeki ekranlarda… Neler yoktu ki içlerinde…. Çarli’nin Melekleri, Kaçak, Tatlı Sert, en masumundan Küçük Ev, cüretkâr Dallas ve de bizleri hayretten hayrete düşüren buruşuk pardösüsü ve de salağa yatan zekiliğiyle Komiser Kolombo vd…

Sinemalarda sevdiği oyuncuların öpüşmesine bile tahammül edemeyen Türk seyircisi evlerin içine dek giren ekranlarda bu kez neredeyse aile içi ilişkiler yumağını içeren bir Dallas dizisini nefeslerini kesercesine büyük bir iştahla izleme alışkanlığını elde etti.

Ancak bizleri en çok şaşırtan o saflığa yatıp tüm suçluların hakkından gelen buruşuk pardesüsü ile Peter Falk’ın canlandırdığı Komiser Kolombo idi. Şaşkınlığımız dizinin sinemasal anlatımından daha çok senaryodaki suçluların kimlik/mesleklerine ilişkin alışık olmadığımız durumlardandı.

Yine o yıllarda sansür nedeniyle izlediğimiz Türk filmlerinde bırakın rüşvet alan bir polisi, sahtekâr bir avukatı, hele hele suç işleyen bir generali bir yana, kötü bir bakkal ya da manavı dahi görmeniz pek mümkün değildi. Çünkü İtalya’da bile yürürlüğe girdikten çok kısa bir süre sonra kaldırılan Mussolini’nin, bizde yıllar yılı kullanılan sansürüne göre “Herhangi bir meslek mensubunu rencide edilemez” maddesine göre tüm suçlular gerçek yaşamdakiler değil de tümü bar ve de pavyon sahiplerinde olurdu. Yıllar yılı 80’lere kadar bu böyle gitti.

Ama Komiser Kolombo da hiç de öyle değildi. Kadın ticareti yapan bir üst düzey polis, kaçakçılık yapan bir general, uyuşturucu mafyasıyla birlikte çalışan bir politikacı, rüşvet alan avukat ya da organize suça bulaşmış bir yargıç yaka paça yakalanıp adaletin önüne çıkarılıyordu. Olacak şey miydi bu….

O dönemlerde bizim, bırakın bunların onda, yüzde binde birini bile sinemada işlemek bir yana, akıldan geçirmek bile bile mümkün değilken, odamızın içine dek giren tek kanallı siyah-beyaz ekranlarda bunlar her hafta karşımıza çıkıyor, bizler de hayretler içinde onları izliyorduk. Olacak bir şey miydi, bir general insan kaçakçılığı yapacak, bir üst düzey polis şefi uyuşturucu işine girecek, bir yargıç suçlularla ortak olup insanları soyacak vs…..

Geçmiş zaman hatırda kalmaz deseler de yine de akılda kalıyor…. Şimdi o dönemin Yeşilçam filmleri bugünün dizilerinde, ABD patentli başta Komiser Kolombo ve Dallas dizileri ise günümüzdeki yaşamın tam orta yerinde….

Hiç şaşırmıyoruz…Yadsımıyoruz… Korkmuyoruz…Aksine olağan günlük meseleler diyerek okuyup, izleyip geçi veriyoruz… Tıpkı yıllar önce Komiser Kolombo’nun sakinliği ve de suçlulara karşı gösterdiği anlaşılmaz ve bağışlanmaz sahte nezaketi ile…

Bir zamanlar dizilerde, filmlerde izleyip de “yok artık dediğimiz” her bir şeyi, şimdilerde hayatın tam orta yerinde yaşıyoruz…

İstiklal Marşı TRT Film Yeşilçam ABD