22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Köpekler ve biz

Cengiz Çakır

Cengiz Çakır

Gazete Yazarı

A+ A-

1951-55 arasında Sarayköy Gazi İlkokulu’nda okudum. Babam ve annem dağ köylerinde çalışmaya gittiğinden ben uzun süre kimi yakın akraba, kimi sadece tanıdık olan kimselerin yanında kalırdım. Bir gün çarşıdan gelirken çayın ikiye ayrıldığı yerde bir köpek kızanına rastladım. 10-11 yaşında okul önlüğü giymiş çelimsiz bir çocuk olarak soğuk bir kış gününde yolun kenarından yürürken ak tüylü iri bir köpek hırlayarak üzerime geldi. Ben korkarak ooşt diye bağırdım. Köpek beni sol böğrümden ısırarak yere çaldı. O sırada yakında olan iki amca omuzladıkları selvi (kavak) kütüğünü atıp köpeği kovalayıp beni kurtardılar.

Ağlayarak emanet edildiğim eve geldim. Annemin dayısının eşi olan “kocaanam” elimden tutup beni komşusu aklıdane Dutlu teyzeye götürdü. “Bu çocuk korkmuş damağı düşmüştür” diyerek sağ elinin işaret ve orta parmaklarını ağzıma sokarak beni havaya kaldırdı. Öğürtü ve acıdan gözlerim yaşardı. Sonra giysilerimi sıyırarak yarama baktılar, altı tane kan oturmuş diş izi vardı. Dutlu teyzenin önerisiyle Hükümet sokağında bir eve gittik. Yaşlıca bir kadın yere serdiği bir yorganı yüzlüyordu.

Olayı kısaca anlattılar. Kadın bir kahve fincanına su doldurdu. Anlamadığım bazı duaları okudu, üfledi. Dişsiz ağzından tükürükler saçıldığını da gördüğümden efsunlu suyu içmek istemedim. Kimi kolumu tutup, kimi burnumu sıkarak bana zorla içirdiler. O sayede (!) kuduz olmadım ve uzun bir ömür yaşamaktayım. Efsun, büyü, muska gibi şeylerin tutması için mutlaka bir hizmet bedeli ödenmesi adet olduğundan cimri bir kadın olan kocaanam bir lira verdi. Erkek amele gündeliğinin beş lira olduğu dönemde iyi para imiş doğrusu.

Aynı yılın mayıs sonlarında sınıf arkadaşım olan Dutlu’nun kızı Sevim’i Ballıbahçe Sokağı’nın köşesinde alacalı bir köpek ısırdı. Onların kiracısı olan Bekçi Bilal amca tabanca ile iki el ateş etti ama kaçan köpeği vuramadı. Sevim’i doktora götürdüler ve kırk gün kuduz aşısı yapıldı. Birkaç gün sonra kızını ısıran köpeği hasıl ekili tarlada yatarken gören Dutlu teyze evden baltayı alıp ‘Seni keseyim de gör ayı köpek !’ diyerek baltayı beline indirdi. Köpek ileri fırlayınca köpeğin kuyruğu yarıya kadar kesildi ama kopmayıp iğreti bir hal aldı.

Sarayköy Belediyesi’nin lakabı “Sağır” olan bir çalışanı vardı. Görevi olan Ramazan topu atışı sırasında patlayıcı miktarını iyi ayarlayamadığı için sağır olduğu söylenirdi. Ak benizli tombul yüzlü bu insanın bir görevi de etrafa zarar veren köpekleri öldürmekti. Omuzunda bir tek tüfekle dolaşır, zaman zaman köpeklere ateş ederdi.

Bir gün Sağır’ı okul yolumuz üzerindeki Demirköprü’nün başında otururken gördük. Yanında içyağı veya kuyruk yağı gibi beyazımsı et parçaları vardı. Sonradan “striknin sülfat” olduğunu öğrendiğim bir zehre bulanmış olduğu için rengi yeşile dönmüş bu et parçalarını yanına çağırdığı köpeklere atıyordu. Zehirli yemi yiyen muzır köpekler bir köşede kıvrılıp ölüyorlardı.

O zamanlardan beri köpekten korkarım. Hatta kadife gibi tüylü şeylere dokununca nefesim kesilir. Korkunun ecele faydası yok tabii ki. 14-15 yaşlarında iken Fatmacan analık ile yoğurt almak için bir yörük çadırına gittik. Çadıra yaklaşınca kocaman bir çoban köpeği havlayarak üzerimize geldi. Ben kaçmaya niyetlenirken elinde değnek olduğu halde yere oturan kadın ‘Otur Cengizim’ deyip paçamdan çekerek beni yere oturttu. Yüzümüze bir karış mesafede sıcak nefesini hissettiğimiz köpek etrafımızda dört dönüyor ama ısırmıyordu. Çadırdan çıkan bir koca karı cılız bir sesle komut verince hayvan kuyruğunu kısıp bir kenara çekildi.

Son günlerde sözde hayvan severlerin sahipsiz hayvanlarla ilgili yasal düzenleme girişimi sırasında kopardıkları yaygara üzerine bu anılar canlandı. Altı milyon dolayında sahipsiz köpek olduğu tahmin ediliyor. Mümkün değil ama bir barınağa 1000 köpek koysanız bile 6000 barınak gerekir. Bir bakıcı 100 köpeğe nezaret etse 60 bin bakıcı gerek. Sığırcılık işletmeleri bakıcı bulamıyor, koyun/keçi sahipleri çoban bulamıyor.

Beğenmediğiniz Afganistan, Özbekistan ve Suriyeliler olmasa hayvancılığı sürdüremeyecek durumdayız. Pis kokan, gürültücü, saldırgan ve tehlikeli hastalıkların konakçısı olan faydasız köpeklere bakacak insanları nereden bulacaksınız? Kaç para ödeyeceksiniz? Çocukların mama bulamadığı bir ülkede köpekleri ithal mama ile beslemek nasıl bir akıl? Sokaklarda, parklarda, otobüs duraklarında pinekleyen, etrafı kirleten bu asalak hayvanların kime ne faydası var? Faydası olmadığı gibi yırtıcılık, kaza, sağlık gibi konularda pek çok zararı var.

Hesap bilen herkes bu işin sürdürülemez olduğunu saptar. Çözüm için kaynak bekleyen öncelikli yüzlerce sorun varken, kamu kaynaklarını çarçur etmeye kimsenin hakkı yoktur.

köpek Afganistan Suriye Özbekistan