Korktuğum başımıza geliyor!
Ekonomi yönetimini akıldan-basiretten ve gerçekçilikten uzak biçimde, hamasi söylemler ve diklenmelerle yürütebileceğini zanneden siyasi iktidar, bildiğini okumaya devam ediyor, uyarı ve önerilerimizi dikkate almıyor, almaya tenezzül bile etmiyor maalesef.
“Emir -komuta” ile faizleri düşürmeye, ekonomide bir sonuç olan faizi “sebep” gibi göstermeye devam ediyor.
Doların yükselmesi karşısında “dolar dolsa ne yazar, dolmasa ne yazar” şeklinde “veciz” konuşmalar yapıyor hala. Hatırlayın; “Millete dolarınızı satın onun yerine yine dolarla ithal edilen altın alın” şeklinde akla ziyan çağrılarda bile bulunmuşlardı.
Sonuç, dolar bugün -bu satırların yazıldığı saatte- 4.35 TL’yi gördü. Euro ise 5.15 TL’yi aştı.
Türk Lirasının son aydaki değer kaybı yüzde 5’i geçti.
Yılbaşından bugüne ise değer kaybı yüzde 12’ye yaklaştı.
Yani 1 ay içinde yüzde 5’lik bir değer kaybı ile fiili bir devalüasyonla karşı karşıya kaldı ekonomi.
Benim asıl değinmek istediğim konu ise reel sektörün 230 milyar doları bulan net döviz açığı nedeniyle bugün karşı karşıya kaldığı kur riski karşısında Bankalara olan taahhütlerini yerine getirmede, borçlarını ve faizlerini ödemede ciddi sıkıntılarla yüz yüze gelme ihtimalidir. Nitekim üst üste gelen yapılandırma talepleri, bu durumun öncü göstergeleri niteliğinde adeta.
Bunun anlamı ödenmeyen krediler ve faizlerinin, bankaların üzerinde kalarak risklerin yükselmesi, kredilerin de donuklaşma riskinin artmasıdır.
Hal böyleyken, iktidar seçim paniği ile giderleri ve harcamaları arttıran, gelirlerden ise, vazgeçen bol kepçe popülist maliye politikaları ile enflasyonu ve kurları daha da arttıracak, büyük kredi, ikramiye, teşvik, af vb’leri. piyasalara boca ediyor.
İşte son olarak 150 m2’nin üzerindeki “lüks” konut alımlarında KDV oranı yüzde 18’den yüzde 8’e indirildi. Yanı sıra, yüzde 4 olan tapu harcı da yüzde 3’e düşürüldü.
İktidar 2.5 milyona yakın satılamayan “çoğu lüks” konut stoğunu eritemeyen yandaş müteahhitlere seçim hediyesi olarak bir “can simidi” uzattı. Çünkü konuttaki balon patladı-patlayacak.
Ama bu adım beton ekonomisinde sona gelindiğini, genelde taahhüt sektörünün, özelde konut müteahhitlerinin bankalara olan borçlarının faizlerini bile ödemekte zorlandığı gerçeğini değiştirmiyor.
Türkiye 2010 - 2017 yılları arasında toplam milli gelirdeki büyümenin üçte birinin (1/3) inşaat sektöründen sağlamış durumda.
Öyle ki, toplam milli gelir içinde inşaat sektörün payı yüzde 9’lara (2016) yaklaşırken eğitimi payı ise, yüzde 4’lerde kaldı.
Hâlbuki beton ekonomisinin “gelir yaratma” ve bunu “sürdürebilme” imkânı son derecede sınırlı.
Nitekim bugün tıkanma noktasına gelindi.
Bankaların üzerine yıkacaklar!
Benim deneyimli bir ekonomist ve bankacı olarak esas endişe ettiğim husus ise, konutta krizin ve tıkanmanın, bankacılık sektörünün üzerine yıkılmak istenmesidir.
Bankaların toplam olarak mevduatlarının ortalama vadesi 2,4 aydır, yani 3 aydan bile kısadır. Ama bankalardan piyasa faiz ve şartlarının altında bir faiz oranı ile 10 yıl vadeli konut kredisi vermeleri istenmekte, adeta baskı yapılmaktadır.
Böyle bir yola girilmesi halinde bankacılık sektörünün aktif / pasif dengesi olumsuz etkilenecek, zaten çok kısıtlı olan kredi imkânları üretim yerine betona gömülmüş olacaktır.
Böylesi irrasyonel bir biçimde, kaynakları gelir yaratma kapasitesi olmayan beton ekonomisine yönlendirmek ve bankacılık sektörünü buna zorlamak son derecede tehlikelidir.
Yüksek kurlar, artan petrol fiyatları, daralan ve pahalılaşan dış kredi imkânları gibi hususlar da göz önüne alındığında, bankacılık sektöründe donuk ve batık kredilerdeki artış ihtimali bizi endişelendirmektedir.
Kaldı ki, seçim sonrasında bu duruma karşı, etkin gerekli ve rasyonel ekonomik önlemler almak da hiç kolay olmayacaktır. Çünkü 8 ay sonra yerel seçimlere gidilecektir.
Hele parlamento çoğunluğu ile Cumhurbaşkanı’nın farklı partilerden seçilmesi mevcut ekonomik kırılganlığa ve endişelere bir de siyasi belirsizlik ve istikrarsızlık etkileyecektir.
Müteahhitlerin ve konut sektörünün sıkıntılarını, bankacılık sektörünün üzerine yıkmakla belki zaman kazanabilirler. Ama bunun faturası ekonomiye de millete de çok daha ağır olabilir.
Yani işin şakaya veya ihmale gelir bir tarafı yok.
Biz bıkmadan usanmadan bir kez daha uyaralım, yarın artık çok daha geç olabilir.
Sorunları, emlak balonlarını, riskleri ve ekonomik darboğazı, halının altına süpürmeye kalkışmayın, Bankaların üzerine yıkmayın.
Piyasaları dondurup, kredilerin böyle donuklaşmasına izin vermeyin.
Gelin, korktuğumuz şeyi yapmaktan hemen vazgeçin!