Korkunç Bir Distopik Gelecek: Maymun ve Öz
İki Türün Harmanlanışı: Roman & Senaryo
Aldous Huxley, kült eseri Cesur Yeni Dünya’nın ardından, bu eserinde de distopyanın sınırlarını zorluyor ve korkunç bir gelecek tasviri çiziyor. Maymun ve Öz, Cesur Yeni Dünya’dan tam on altı yıl sonra kaleme alınmasına rağmen, Huxley bu süre zarfında düşüncelerinden ödün vermiyor ve hayal gücünün ardında yatan karanlık güçleri ustaca kullanmasını biliyor, bunları okurlarına algı açıcı bir şekilde sunuyor.
Roman aslında iki bölümden oluşuyor: Roman ve senaryo. Anlatım olarak senaryo dili kullanılmış. Bu farklı yaklaşımı için Huxley’i tebrik etmek gerek. Kitaba özgün bir hava kattığını söyleyebilirim.
William Tallis adlı bir çiftçinin yazıp değerlendirmeye gönderdiği “Maymun ve Öz” adlı senaryo, diğer sayısız senaryo ile birlikte henüz okunmadan kamyon kasasında imha edilmeye gönderilirken, şans eseri yere düşüyor ve anlatıcı konumundaki karakterimizin de dikkatini çekmesi sonucu, hikaye bambaşka bir tarafa yöneliyor. Anlatıcı ve Bob Briggis adlı bu iki sinema yapımcısı, senaryoyu yazan çiftçiyi, yani William Tallis’i bulmak için yollara düşerler. Bu andan sonra ise biz Tallis’in bu senaryosunu okumaya başlıyoruz. Kitabın genel seyri bu yönde kısaca.
Senaryoyu okumaya başladıktan sonra, ana karakterimiz Dr. Poole çıkıyor ortaya. 3. Dünya Savaşı, dünyanın hemen her yerinde yıkıma yol açmıştır ve bunun sonucunda milyarlarca insan dolaylı ya da doğrudan, bu savaştan etkilenmiştir. Yeni Zelandalı bir grup bilimadamı, bir keşif gezisi düzenler. Dünyanın öteki ucuna, Amerika’ya bir yolculuk gerçekleştirilir.
Ekibimizin içinde Dr. Poole de bulunmaktadır. Ekip, karaya ayak bastıktan sonra tam bir enkaz ülke haline gelen ABD topraklarında gezinmeye başlar. Tam bu esnada Dr. Poole, yerliler tarafından kaçırılır. Ekipten uzaklaşan Poole, savaşın çok az uğradığı bir ülke olan Yeni Zelandalı modern insanı temsil etmektedir. Onu kaçıran insanlar ise, savaşın da etkisiyle adeta mutasyona uğramışlardır. Poole, bu vahşi insanlar arasında hayatta kalmaya çalışacak ve bir yandan da onları en ince ayrıntılarına dek tanıyacaktır.
Hep Kötü Şeyler Söyleyen Adam: Aldous Huxley
Huxley, bu yapıtında yine iyi şeyler söylememiş bize.
-Yarattığı gelecekte Şeytan’a tapan insanlar çoğalmakta ve Şeytan Günü’nde “Arınma” adı verilen bir sistem uygulanmakta. Savaşın ve kimyasal bombaların etkisiyle sakat ve sıradışı doğan çocukların yaşamasına izin verilmiyor ve “Arınma” ile yok ediliyorlar.
-Cinselliğin yok edildiği bu dünyada, annelerin göğüslerinin üzerinde de, onların yasaklı olduklarını belirtircesine “HAYIR” yazmakta. Ve tabii ki diğer cinselliği simgeleyen şeylerde de bu geçerli.
-Kitapların yakıldığı sahneler, Bradbury’nin Fahrenheit 451’ini anımsatmakta. Yanan kitapların ardından ekmeğin çıkması, kitaptaki “başkalaşmış” karakterleri daha çok mutlu ediyor. Çünkü ihtiyaçları olan tek okuma eylemi kıyafetlerine yamalar ile tutturulmuş “HAYIR”lar.
-Her ucube çocuğun annesi işaretlenir ve kafaları kazınır. Kamçılamanın ardındansa zamanı geldiğinde Riverside, San Diego ve Los Angeles’daki Arınma Merkezleri’ne gönderilir. Ardından Şeytan’ın izniyle törenler gerçekleştirilir ve ertesi gün, güneş doğmadan tüm ülke “arındırılmış” olur.
-Şeytan Günü’nden birkaç gün sonrasına dek cinsellik normal karşılansa da, diğer tüm günlerde yasaklı bir meyve olarak bilinir ve öyle kabul edilir.
-Bütün deformasyonları doğuran, kutsal olmayanın seçilmiş çanağı, kısaca insan ırkındaki lanet “Anne” olarak adlandırılır.
…gibi, daha birçok korkutucu unsur bir arada bulunuyor.
Huxley Yasaları: Düşüncenin Gücü
“Çok fazla düşünüyorsun. Düşünmemelisin. Eğer düşünmeye başlarsan eğlenceli olmaktan çıkar. Eğer düşünürsen, bu kötü, çok kötü,” cümlesini sarf eden Loola ile bizleri sorgulamaya iten Huxley’nin asıl amacı, düşünmeyen insanları yönetmenin ne kadar kolay olduğunu vurgulamak.
O halde bizim yapmamız gereken şey düşünmek. Çevremizdekilerin de düşünmesini sağlamak. Düşünen insanların artması değiştirecektir mutlaka bazı şeyleri. “Sanırım hayatın ne anlama geldiğini biliyorum,” diyen Dr. Poole gibi bizler de en azından bilmek için gayret göstermeli, yeri geldiğinde sesimizi yükseltmesini bilmeliyiz.
Özetle, rahatsız edici derecede gerçekçi bir şekilde kurgulanmış, tıpkı öncekiler gibi, etkileyici bir Aldous Huxley kitabı “Maymun ve Öz”. Huxley, teknolojiye, kapitalizme, dine ve daha birçok şeye kırbacını hiç çekinmeden indirmiş ve ortaya abartıdan uzak, olabilitesi yüksek bir senaryo/roman çıkarmış. Tebrik etmek lazım kendisini. Zira çok az yazar Huxley gibi yazın hayatının büyük bir bölümünde geleceği hayal etmiş ve çeşitli zaman dilimlerini kurgulamıştır.
Son olarak, Aldous Huxley’nin “Maymun ve Öz”ü, bence “Cesur Yeni Dünya”sından daha korkunç. Hayır, bu kesinlikle bir korku kitabı değil: Distopya!
Dip Not: Kitap ülkemizde ilk olarak 2004 yılında, Süreyyya Evren çevirisi ile İthaki Yayınları’ndan çıktı. 17 yıl sonra ise yeni baskısı yapıldı. Distopya okumayı sevenler bu kitabı ıskalamamalı.
Keyifli okumalar dilerim.
“Aşk, korkuyu yok eder; ama öte yandan korku da aşkı yok eder. Ve sade aşk değildir yok ettiği. Korku ayrıca zekayı, iyiliği, tüm güzellik ve doğruluk düşüncelerini yok eder. Nihayetinde, korku bir insanın insanlığını bile yok eder. Ve korku, benim sevgili dostlarım, korku modern hayatın en temel taşlarından biridir. Çokça çığırtkanlığı yapılan ve hayat standartlarını yükseltirken vahşice ölüm ihtimalimizi de yükselten teknolojinin korkusu. Tek eliyle, cömertlikle verdiğinden de fazlasını diğer eliyle alan bilimin korkusu. İntihara varan bağımlılığımızla, uğruna öldürmeye ve ölmeye hazır olduğumuz, ölümcüllüğü kanıtlanmış kurumların korkusu. Kaçınılmaz şekilde bizi öldürmek ve köleleştirmek için kullandıkları iktidarlarla, alkışlayan kalabalıklarla yükselttiğimiz “Büyük Adam”ların korkusu. İstemediğimiz, ama gerçekleşmesi için de elimizden gelen her şeyi yaptığımız “Savaş”ın korkusu.” -Aldous Huxley