22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Körün Bellediği Değnek (4)

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Şunun şurasında birkaç gün sonra yeni yıla giriyoruz. Doğrusu ya bu yılki yeni yıl mesajlarının her yıl tekrarlanıp duran rutin yeni yıl mesajlarına kıyasla gerçek anlamda hiç de rutin olmayacağı görülüyor.
Uzunca bir süredir belki de ilk kez olacak bu. Çünkü hem Türkiye hem Ortadoğu -hatta bütün dünya- yeni bir “gelecek” sürecine girdi ve zaman o çizgide ilerliyor. Elbette bunun bir dizi köklü gelişmeye yol açacağı fark ediliyor olmalı ki en iç ferahlatıcı olan da bu aslında. Çünkü 2018 yılı gerçekten de hem “yeni bir yıl”, hem “geliyor olan yeni bir gelecek”, hem de “zorunlu” tarihsel bir “gelecek yeniler” yılı olacak, hiç tereddüdünüz olmasın.
Bir önceki yazımda da sözünü etmiş olduğum AB Roma Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Direktörü şaşkın Nathalie Tocci’nin: “Türkiye kendisini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya!” sözünün ne anlama geldiği ve ne kadar kof bir umma / beklenti içinde olduğu herhalde anlaşılacaktır. Tocci olsa olsa bir iç kırıklığıyla kof bir hayal görüyor olmalı.Çünkü çağ başka bir tarihe doğru evriliyor ve kaybolmuş Türkiye kendini bulmaya doğru ilerliyor. Fakat Tocci’nin bunu görebilecek bilinci kör. Tarih yerinden oynadı ve bugüne kadar hiç kimse hiçbir güç bunu tersine çeviremedi ve şimdi de çeviremez artık. Bütün uluslararası siyasi, ideolojik, sosyal, kültürel, insani ve toplumsal veriler bunu gösteriyor.
Bu yeni durum artık “Tarihin sonu”, “Ulus devletin sonu”, “İnsanın sonu”, “İdeolojinin sonu”, “Sanatın sonu” vb neoliberal küreselleşme projelerinin de sonu demek aslında.
Postmodernizm, küreselleşme, anti millîlik vb merkez kavramlarla ve bunları saran BOP gibi projelerle saldırıya geçen 1990 süreci kaybetti. 1990 öncesinde var olan birinci ve ikinci dünya savaşları süreci ise zaten çoktan tıkanıp bir siyasi, ideolojik ve kültürel statükoya dönüşmüş, bunu Amerikancı sözde felsefeciler de o yönde değerlendirmişlerdi, hatırlayalım.

HANGİ AVRUPA HANGİ TÜRKİYE?

Türkiye Avrupa ilişkisi -her anlamda- iki yüz küsur yıllık bir ilişkiye sahip... Fakat bu hem savaşan, çarpışan, hem de Avrupa’nın bir zamanlar demokratik devrim değerlerinin merkezi olması nedeniyle Türkiye’nin sürekli ilgi alanında durduğu benzersiz bir durum ilişkisi. O yüzden de sıradan, sığ, kör bakış açıları kolayca birbirine karıştırılabiliyor. Benzer bir problemli bakış açısı kargaşası Avrupa için de geçerli. Siyasi ve kültürel olarak Türkiye’ye nasıl bakması gerektiğini Avrupa da bir türlü çözemiyor. Çözemediği için de başta Kemalizm olmak üzere, cumhuriyete, laikliğe, çağdaşlaşma projelerimize yönelik sistemli bir istismarcı karşılık içindeler.
Artık iyice açığa çıktı ki çoktan beridir tıpkı iki Türkiye olduğu gibi iki ayrı Avrupa, iki ayrı “Batı” söz konusu. Birisi 1789 devrimi referansları üzerinden kimlik bulmuş demokratik, devrimci, aydınlanmacı, çağdaş ve cumhuriyetçi, çoktan terk edilmiş demokratik devrimin Avrupa’sı; diğeri ise AB kavramı olarak öne çıkıp çoktan kendi değerlerinin zıddına dönüşmüş günümüz Avrupa’sı...
Türkiye’nin devrimcileri, cumhuriyetçileri oldum olası Avrupa’yı Avrupa yapan Voltaire’lerin, Gothe’lerin, Cromwellerin, Marksların, Engelslerin vd. aydınlanmacı demokratik devrimci asıl Avrupa’sına baktılar. Siyasal İslamcılar, Yeni Osmanlıcılar, statükocular, neoliberaller, İkinci Cumhuriyetçiler ve onların günümüzdeki birleşik iktidarı AKP ise artık çökmeye başlayan sözde yeni Avrupa’ya baktılar, ki birçok politikalarında olduğu gibi, oradan da hüsranla kopma noktasına geldiler. Şimdi soru şu: kendi ülkemizde bile anti demokratikliğe, kozmopolitliğe, çağdışılığa karşı dururken, benzer bir gericiliğe dönüşmüş böylesi bir sözde “Batı”ya ne diye dahil olalım ki?
Özetle, tamam, devrimci demokratik uygar “Batı” değerlerine ulaşmak için elbette ısrar edelim ama kendi ideallerini ve varlık nedenini dahi terk ederek çıkarcı bir bölge gücüne dönüşmüş olanına ise karşı duralım...
Güney Afrikalı şair İngrid Jonker ne demişti? “Avrupa artık yalan bir vaatten ibaret!
Aklın yolu bir