Köy enstitülü şampiyon
Köy enstitülerinden yetişen değerler deyince, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın… diye başlayan uzun bir liste çıkar karşımıza.
17 Nisan yaklaşırken belgeseller, videolar dolaşır; bu değerli yazarlarımız fotoğraflarıyla yeniden yeniden hatırlatılır. Farklı bir kulvardan gelmiş olsa da köy enstitüleri denince ilk akla gelen ünlülerden biri de Ahmet Bilek olmalı. Ne ki hâlâ kimseler bilmiyor onun adını, köy enstitüleriyle ilgili yazılarda, etkinliklerde adı bile geçmiyor. Kimse kendini ezberlediklerinin dışında biraz zorlamıyor.
Köy enstitüleriyle ilgili okuduğum yüzlerce yazının, izlediğim onlarca belgeselin birinde olsun hâlâ şampiyonumuzun adı yok.
Her gittiğim yerde anlatıyorum, her fırsatta yazıyorum, köy enstitülerinden bir de olimpiyat şampiyonu çıktı. Olimpiyat şampiyonluğu öyle kolay bir başarı değil.
Sporu küçümsemekten midir nedir, içlerinden çıkan şampiyonu yazık ki köy enstitüsü mezunları bile bilmiyorlar. Ben inatla anlatmaya devam edeceğim bu büyük şampiyonu.
TRT’de, Halk Tv’de, Ulusal Kanal’da, Kanal B’de anlattım Ahmet Bilek’i. Ankara Üniversitesinde, Mülkiyeliler Birliğinde, Köy Enstitüleri Vakfında, Öğretmen Dünyasında konferanslar verdim. Bu konferanslarımı Ahmet Ayık, Tevfik Kış gibi şampiyonumuzun takım arkadaşları da onurlandırdılar. Ahmet Bilek’in anısı, biz yazarları, şairleri, bilim adamlarını, eğitimcileri, Ahmet Ayık, Tevfik Kış, Adil Güngör gibi şampiyonlarla yan yana getirdi. Romanını yazdığım şampiyonumuzun, köy enstitüleri denince hatırlanması gereken ilk iki üç isimden biri olduğunu anlatıncaya değin benim bu çabalarım sürecek.
Ahmet Bilek’i yazmak için yurtiçindeki gezilerim dışında araştırmalarım, yolculuklarım İtalya’ya, Almanya’ya değin uzandı. On yılı bulan bu araştırmalarıma Ahmet Bilek ile aynı salonda aynı mindere ter döktüğümüz iki buçuk yılı da ekleyebilirsiniz. Sessiz Şampiyon (H2O Yayınevi) adını verdiğim belgesel romanımı cumartesi günü Ankara’da KIBATEK’te de konuştuk. Mütevazı bir salonu dolduran dinleyiciler adını, öyküsünü hiç duymadıkları köy enstitülü şampiyonu tanımaktan, onu yetiştiren okulların farklı bir cephesini öğrenmekten mutlu oldular. Yıllarımı alan bu emeğimi paylaşmak tabii ki beni de çok mutlu etti. Kapatılmalarının üstünden yıllar geçmesine karşın,köy enstitülerini hâlâ unutmayan, unutturmak istemeyen kuruluşlarımız, insanlarımız olduğunu görmenin kıvancıyla daha da pekişti bu mutluluğum.
Atatürk 1923 yılında “Yoksul bir köylü devletiyiz” demişti. Köylünün eğitilmesi, kalkınmanın köyden başlaması kaçınılmazdı. Şu sözler İlköğretim Genel Müdürü Tonguç’un, 12 Ağustos 1937 günlü bir mektubundan:
“Bir hafta önce güç hâlle İzmir’e gittim, geldim. Orada Amerikalılardan alınan kolej binalarında ve Eskişehir’de Mahmudiye’de senin pek hoşuna gidecek birer Köy Enstitüsü açıyoruz”
Tonguç, köy enstitülerinden Atatürk hayattayken söz ediyor, bu konudaki çalışmaların 1937 yılında başladığı anlaşılıyor. Yasası 17 Nisan 1940 tarihinde çıkmış olsa da, Atatürk’ün sağlığında çalışmaları başlamış bu eğitim kurumlarının. Amaç, Hasan Ali Yücel’in deyişiyle “dağlarda bayırlarda, en ücra köylerde kendi kendine açıp solan çiçek” bırakmamaktı.
Ata sporumuz güreş, yerel değerleri evrensele taşımak gibi bir amacı bulunan, müfredatına “Türk gibi kuvvetli” sözünü yazdıran belki de tek okul olan köy enstitülerinde çok önemliydi. Ahmet Bilek’in hevesi, güreş sevgisi çayırlarda başlayıp çayırlarda bitecekken, bu yoksul, yetim köy çocuğu minder güreşini okulu Kızılçullu’da öğrendi, daha öğrenciyken ulusal mayoyu giydi, çeşitli başarılarının ardından 1960 yılında Roma Olimpiyatlarında altın madalyaya ulaşan yedi şampiyonumuzdan biri oldu. Yedi altın adam, spor tarihimizde bugün de aşamadığımız büyük bir başarının kahramanıdırlar; ulusal marşımız tarihi Roma’nın taş duvarlarında tam yedi kez çınladı, Ahmet Bilek ve arkadaşları sporda kolay ulaşılamayacak bir destan yazdılar.
Her 17 Nisanlarda şampiyon Ahmet Bilek mutlaka anımsanmalı…