23 Kasım 2024 Cumartesi
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Koynumuzdaki Ceset: Narmanlı Han

Onur Caymaz

Onur Caymaz

Eski Yazar

A+ A-

Bugün de Beyoğlu’na çıktığımda önünden utanarak geçtiğim, varlığına ihanet ettiğimizi düşündüğüm, 1831 yılında yapılmış, bence çoktan öldürdüğümüz bir bina var: Narmanlı Han. 1917’de Rus Devrimi ile birlikte şehir kalabalıklaşır. Devrimden kaçanların uğrak yeri... Hatta Nabokov ailesi de İngiltere’ye kaçarken İstanbul’da bir gece kalır, ihtimal burada bir odada yatıp uyurlar. Bir yere uğradılar mı acaba Beyoğlu’nda. Ünlü misafirlerinden biri de Troçki’dir. Beyefendi buralara gelir de peşinden siyasi polis gelmez mi? Onlar da, bizimkiler de düşer Narmanlı’ya. İşte buyur, eksik bir tarih daha...

Doksanlarda da fakir oralardadır tabii. Siyasi polis veya aranan olarak değil, bizimkisi şairlik. Doksanlar, plakçı ve sahaf Deniz Pınar var Narmanlı’da; Namık Denizhan’ın heykel atölyesi var. Sonra bahçedeki kafesi anımsıyorum, içinde keklikler. Gençtim, Sait Faik’i çok seviyordum, okuldan kaçıp bira içtikten sonra Beyoğlu’nda, hanın nefis avlusunda bulurdum kendimi. Edip Cansever’in Adam Yayınları basımı turuncu kapaklı toplu şiirler kitabından kaçmıştı sanki, bir halı tamircisi. Sonra kediler, bahçede, güneşte yalanıp dururlardı. Pek kedi meraklısı değilim, yazmıştım. Ama çiçek! Akasyalar, mor salkımlar; bayılırım. Beyoğlu’nun orta yerinde çiçekler, keklikler olduğunu hayal et! Çekilip gitti hepsi yavaşça.

Ağaç bütün / ışık bütün / meyve bütün / benim dünyam paramparça, demiş Bedri Rahmi. Narmanlı parça parça yok olurken Rahmi’nin handaki atölyesi de kaybolup gittiydi. Hanın girişinde, hemen sağdaki atölyesinin kapısında iki mozaik vardı; balık figürleri. İzleri bile kalmamıştır. Zaman da bir hırsız ama değil mi? Kim bilir üstadın, Unkapanı’nda, İMÇ avlusundaki dükkânların yan duvarını süsleyen, maviye boğulmuş mozaikleri ne halde bugün? O balıklı mozaikler terk etti belki önce Narmanlı’yı, gerisi çorap söküğü.

Zaman, hırsız dedik. Zamanın Ermenicesi Jamanak. Narmanlı’dan konuşacaksak Jamanak Gazetesi de anılmalı. Öteki sümüklülerin Zaman Gazetesi ile ilgisi yok, bu normal. Üstelik çok da eski; 28 Ekim 1908 tarihinden beri yayımlanıyor. Tirajı ilk dönemlerde on binlerde, sonraları düşer. Pazarları hariç her gün, öğleden sonra, dört sayfa olarak, birkaç dilde çıkar. Türk basın tarihinde promosyon yapan ilk gazete. Öyle tas, tabak, tava da değil, piyano verirler. Sonra tüm bunlar, Bedri Rahmi’nin mozaikleri gibi terk eder yapıyı. Herkes çekilir yavaştan.

Hanın en meşhur sahipleri, para, mal düşkünü olmayan tüccar Narmanlı kardeşler, odaları düşük fiyata sanatçılara kiraya verirlermiş. Derken mekân, zaman içinde çeşitli büyük şirketler üzerinden el değiştirerek milyon dolarlara son sahibine satıldı işte. Gölgeler, ağaçların şarkısı, kafesteki keklikler, avludaki ışık, turuncu kapaklı şiir kitabı neymiş dolarların yanında. Cansever’in şiirleri, Eyüboğlu’nun renkleri artık kimin umurunda. Sonra yıkmıyoruz efendim, sadece onarıyoruz diyerek içinden ruhu çekilip alındı mekânın, unutursak kalbimiz kurusun tayfası bağırıştı birkaç kez her şeyde olduğu gibi, o da sonuç vermedi, sonra inşaat başladı. Sonra otel lobilerine, mermer merdivenlere, kafelere teslim ettik hatıralarımızı; makyaj malzemesi satılan dükkânlara.

Bugün sağdan sola herkesin pek bir bayıldığı yazın adamımız Tanpınar’ın da mekânıdır Narmanlı. Güzelim kitaplarının bazılarını oradaki odasında karalamıştı üstat. Huzur yabancı dillerde yayımlanınca seviniyoruz, gelgelelim romana ait bir müzemiz yok. Tanpınar’ın handaki odası, yataktan mutfağına dek kitapla doluymuş... Pek temiz de değilmiş. Gelen giden çok; öğrenciler, asistanlar, dostlarla dolar taşarmış. Hanın bahçesini severmiş üstat; bir de Pera Palas’ın sahibi Misbah Muayyeş’in bu bahçeye bakan antika dükkânını. Misbah Bey, Mustafa Kemal’e Suriye Cephesi’nde yardım eden, Beyrutlu zengin bir Süryani, kimsesiz, yalnız bir adam; 15 yaşını geçmiş, 19 kiloluk kedisi 1954 yılında ölünce tümden odasına kapanıp kafasını duvara vura vura intihar etmiştir. Bu adamın dükkânıdır Mahur Beste’ye ilham veren.

Sonra genç Edip Cansever ilk şiirlerini bu odada gösterir Tanpınar’a. “Bunlar güzel ama şiir değil demiş” yazar; sinirlenerek ışıklı Beyoğlu’na yürümüş caz seven Cansever. Türkçedeki ilk Kara Kitap’ın yazarı Suat Derviş’in de son günlerindeki eviymiş Narmanlı. Zamanında havuz varmış bahçesinde, içindeki rengârenk balıkları seyretmeye gelirmiş insanlar... Şimdi ıslak hamburger yiyip karton bardaklarda latte seven turistler geliyor. Çamur rengine boyanmış, duruyor öyle yapı, fakat çekilip gitmiş hayatımızdan. Bir ceset var koynumuzda. Hiçbirinin, hiçbir şeyin izi yok. Yetim gibiyiz. Öksüz... Ne bir ses, ne gölge, ne iz.

Milyon dolara satın alanlar, mekânın aslına uygun restore edileceğini ve yıkılmayacağını söylemişti. Aslına uygun restore edildiğinde, yani bir kez olsun bozulduğunda aslına uygun olmayacağını biliyorduk, gördük. Artık Tanpınar’ın Huzur’undaki Mümtaz, Nuran’a ruj alır handan! Ama adamlar da para harcamış, kâr etmek zorundalar. Bedri Rahmi, akasya; hoşça kal! Paramparça artık. Han yenilenirken inşaat için çekilen branda bezine bile ünlü telefon markası reklam almıştı da tepki çekince geri adım atmışlardı.

Herkese çiçek vermeye bayılanlarla mezar taşı okuyamıyoruz diye hayıflananlar, kültürel tarihi kan kaybeden şehir için de güzellikler düşünür elbet. Emek Sineması, İnci Pastanesi, Tarlabaşı, eski evler, eski tramvaylar bitti. Tüm İstanbul, koca bir otel bazen sanki. Şehrin Huzur’u kaçtı. Bundan sonra verilecek her kayıp, sona yaklaşırken atılan bir büyük adımdır. Yazık...

Yazarın Önceki Yazıları Tüm Yazıları