Köyüm, Nurettin Topçu ve hikayeleri
Feridun Andaç, “Kaplıcada Son Yaz” romanının son sayfalarında büyük düşünür Nurettin Topçu’dan söz ediyor. Feridun Andaç’ı tebrik etmek için aradığımda Nurettin Topçu’yu tanıdığımı anlattım. “Lütfi aman bu anlattıklarını yaz” dedi. Uzun zamandır, okumak için beklettiğim Nurettin Topçu’nun Taşralı kitabını anımsadım. Bu kitabı, çok sevdiğim ülkemin en iyi hikâyecilerinden hemşerim Mustafa Kutlu vermişti. O gün Nurettin Topçu’yu konuşmuştuk.
NURETTİN TOPÇU BİZİM KÖYE GELİRDİ…
Nurettin Topçu’nun babası Erzurumlu, annesi Kemaliyelidir. Annesi komşu Yuva köyündendir. Fatma teyze çok sevilen bir insandı. Köyümüzün kadınları ona büyük saygı gösterirlerdi. Benim öğrencilik yıllarımda her yaz bizim köyümüze Toybelen’e gelir yaz aylarını annesi ile birlikte geçirirdi. Fatma teyzenin akrabası Binnaz Sarıkayalar’ın evinde kalırlardı. Bazen Fatma teyzenin yeğeni Haluk da gelirdi. Nurettin Topçu çok az konuşurdu. Kimsenin elini sıkmazdı. Nurettin Topçu bir hikâyesinde bizim köydeki heyelanı da anlatıyor. O yıl bizi evlerimizden çıkardılar. Biz o yıl annem ve kardeşimle bir kış o evde oturmuştuk. Nurettin Topçu çatal iskemlesini eline alır güzel subaşlarını dolaşırdı. Bizim bağın yanında “Partigavar” dediğimiz yerde, büyük bir ceviz ağacının dibinde arkın suyu yüksekten dökülür. Çok serin çok güzel bir yerdir. Orada saatlerce oturur suya bakar, suyun sesini dinlerdi. Bazen Ariki deresinde bazen Gerüşla deresinde su sesini dinler saatlerce suya bakardı. Yine Kemaliye’de Şehir Kulübü’nün bahçesinde çınarın dibinde oturur yazı yazardı. Fatma teyzenin dutluğunu o yıllarda bizim köyün muhtarı Şükrü Eraydın satın almış. Bu yazıyı yazarken Şükrü ile konuştum. O annesi ile bağa gelir ziyaret edermiş ve bir avuç dut yemek için izin istermiş.
Köyde herkes Nurettin Topçu’ya büyük saygı gösterirdi. Ancak onunla sohbet etmeye çekinirlerdi. Çünkü çok durgun bir insandı. Ben öğretmen okulunun son yılında onunla konuştum. Bana nasihat etti, bir köy öğretmeninin kendisini de katarak neler yapması gerektiğini anlattı. Ben köylere öğretmen olarak atandım bir daha görmedim. Yazdıklarını da çok okuyamadım. Dinine çok bağlı bir insandı ama öykülerinden de anlıyorum ki çok aydın bir insanmış. Bir fikir adamı olduğunu biliyorum o yönde bazı yazılarını okumuştum. Öykülerini bugüne kadar derinliğine okumadığım için çok üzüldüm. Affet beni büyük insan. Öykülerini hayranlıkla okudum. Rahmetle saygıyla anıyorum.
TAŞRALI KİTABI VE BENİM ÖYKÜ, ROMANLARIM
1950-60’lı yıllarda Nurettin Topçu benim bugün yazdığım öykü ve romanların içeriğini yazmış. Çok içten biçimde yerel yaşamı gelenekleri/dili özümseyerek yazmış. Benim yazdıklarımdan daha derin, daha güçlü. O öykülerde geçen Eğin lehçesini bugün onun gibi yazacak insan çok az. Köyün çevresindeki bütün pınarları dolaşır suyun sesini dinler parıltılarına bakardı. O mekânları ben de çok severim. Kaban deresini Kütük öyküsünde şöyle yazıyor: “Daha sonra dut dallarının arasından Kaban deresinin parıltısı göründü. Temiz suyun sevincinden adeta onu alkışlayan sesi yandaki bağın ağaçlarında cümbüş yapan bülbüllerin sesleriyle birleşiyordu.” Kaban deresinin suyu sarp bir kayanın dibinden çıkar, o derede sürekli bülbüller öter. Ben çok kez oraya gider suyun ve bülbüllerin sesini dinlerim ve Nurettin Topçu’yu anarım. Yapabilsem onun sevdiği bütün mekânların fotoğrafını çekerim çünkü hepsini biliyorum. Öykülerinde, doğayı gerçekten çok güçlü cümlelerle anlatıyor
Kütük hikâyesinde Fırat, benim hep yazdığım Çevlik Gölü’nü anlatıyor. Fırat gelir Çevlik Gölü’nde demlenir birden kayalara çarpar doğuya sert bir dönüş yapar akar gider. O bölümü çok güçlü biçimde şöyle yazıyor. “Ta karşıdaki bir sfenks gibi çömelmiş duran Angin kayasının akşamla esmerleşmiş başı her zamankinden daha insafsız görünüyor bu kayaları ta derinde kazıyarak bir ejderhanın ayaklarına sarılı bir yılan gibi akan Fırat suyunun homurtusu her akşamınkinden daha boğuk duyuluyordu.”
KÜTÜK HİKÂYESİNDE ÖMER
Yine kütük hikâyesinde Fırat’ın getirdiği “Selinti” dediğimiz ağaçları toplamaya giden Ömer’i şöyle anlatıyor. “(…) Ömer köyden aşağı elinde bir çengel sırıkla seğirtti, kasabayı yalayıp geçen Fırat nehrinin kenarına indi. Çevlik Gölü denen yerde azgın nehrin dirsek verdiği yere koştu. Yağmurun dağlardan koparıp sürüklediği odunları kenardan suya uzattığı çengelli sırıkla yakalamaya koyuldu. Yanındaki köylülerle beraber sağır edici gürültülerle saldıran bir ordu gibi üzerlerine kütükler fırlatan kudurmuş nehrin cazibesine kapıldılar. Suyun sesiyle boğulan neşeli türküler söylüyorlardı. Ömer öbürlerinin yaklaşamadığı kıyılara gidiyor daha iri odunlar yakalıyordu. Kumsalının ucunda bir taş vardı, ona ayağını basarsa kocaman kütükleri yakalayabilecekti. Bir adımını taşa uzattı. Bacakları gergin sırığı suyun ortasına uzatayım derken muvazenesini kayıp etti suya yuvarlandı. Kenardan kopan çığlıklar neden sonra yetişen köylüler Ömer’in kıyıda çıkardığı asker potinlerini buldular.”
TEREKE HİKÂYESİ
Benim öykülerimi okuyanlar hep “Hüzün” olgusunun yoğun olduğunu söylerler. Nurettin Topçu’nun hikâyelerinde hüzün daha da yoğun. Tereke hikâyesinde Gülşan’ın annesi kendini asıyor. Yetim ve kimsesiz kalan Gülşan’ın annesinden kalan malların imamın öncülüğünde nasıl pay edildiğini anlatıyor, bu işleme Tereke deniliyor; Sözlüğe baktım, Tereke (ölen insandan kalan her şey). Her şeyi kitabına uydurup bölüşüyorlar. Bir tek Ali Seyid sahip çıkar ona köyde, tek başına kaldığı için İstanbul’a gitmeye karar verir. Gülşan’ı alır İstanbul yoluna düşer. Akrabası;
-Bu kızı nedeceksin başına dert aldın emüoğlu! der.
Ali Seyid şöyle cevap verir;
-Hacı Süleyman’ın terekesinden bir bu kaldı, bunu da İstanbul’a götürüm ki birine ahretlik verem”
KAYAN KÖY VE KARAYAZI HİKÂYELERİ
Yerel dili o kadar güzel kullanıyor ki, Hinzan denilen bağ evinden köye dönmeye karar veren kadının dilinden;
- Dursun kalk gidek eve. Burada kalamıyecük kilimi küreği sen al, Zeynep’i ben alam şilteyi arkama ver. Ne olursa olsun evimizde yatalım. Allahın dediği olur!
Karayazı tam bir Gurbet hikâyesidir. Yine muhteşem cümlelerle mekânları anlatır. Eğin üstündeki Hotar dağından söz eder ve Kerim’in gurbete gidişini anlatır. Katır kervanı ile Giresun’a ulaşıp vapura binip İstanbul’a gidecektir. Kerim şöyle anlatır Giresun yolunu; “Altıma kanarya sarısı bir katır verdiler. Sırtında tüccar eşyası vardı. Beni eşya denklerinin üstüne oturttular, çıktık çöl gurbetin yoluna. Akşam olunca, Fırat kenarında ıssız gamlık bir tepede kervan konakladı. Sabahleyin karanlıkta yüklenen katırların şangırtısına uyandım bütün kervan halkında telaşlı bir hazırlık vardı. Gecenin soğuğu derenin içinde iliklere işleyerek tir tir titretiyordu.”
Kerim böyle gurbete gidiyor.Karayazı öyküsünde bizim köyü ve annesinin köyünü anlatan maniyi de öyküye almış
Gemirgap karşısı Gerişla düzü
Canıma kar etti ellerin sözü
Bakıyor düşmanlar ayırsın bizi
Gül daldan ayrılmaz ben de o yardan
BİR ÖMÜR GURBET VE GURBET YOLU
Kerim İstanbul’da yıllarca kalır, karısı Kevser onu yıllarca bekler. Onun geleceğini öğrendiğini ve hikâyenin sonunu şöyle anlatır:
“Sabah namazını damda seherlerin serinliğinde kıldı. Seccadesini yerden kaldıramayacak kadar telaşlı idi. O gün Kerim gelecekti hem de öğleden evvel Kevser hâlâ hazırlanıyordu. Ona yapacağı yemekleri geceden düşünmüştü. Kırkcan’dan ekmek aldı sonra kilere koştu yere çömelerek elini tarhana çorbasına uzattı. Bütün vücudu yere serilip öylece orada uzandı. Kevser hala öldü.”
Geçmişteki Eğin kadınının yaşamını böyle dramatik bir şekilde sonlandırarak gurbeti vurguluyor Nurettin Topçu bu hikâyesinde. Kadınlar bir ömür boyu Gurbet yolu gözlemişler: Eğin manileri o zaman diliminde yazılmış. Kevser ninenin anlatıldığı öyküde hasret üzerine bir mani var. Ölmeden önce söylüyor bir ömür boyu yol gözleyen Kevser Nine şöyle diyor:
Bülbülüm konacak dalım da yoktur.
Çok cefa çekecek halım da yoktur
Şu viran dünyada bir kuru canım
Bir gün duyarsın ki bu can da yoktur.
Nurettin Topçu Eğin Manilerini hikayelerine katmış. Umarım onun hikâyelerini ve benim romanlarımı gelecekte ele alıp incelerler.