Küçük dev kadın:Jale İnan
Sosyal medyanın avantajlı yanlarından biri de; zaman zaman ıskaladığımız, ya da çok geç fark eder gibi olduğumuz değerli kişilerin ölüm ya da doğum tarihlerini anımsamamıza yardımcı olmasından geliyor… Bu anımsatma; popüler kişilerde hiç aksamıyor ama çok değerli olup da günümüzün değerleriyle “görünürde olmayan”, ya da kitlelerin ilgi odağının biraz uzağına düşen meslek ve alanlara ait önemli kişilerde ya sekteye uğruyor, ya da çok az kişinin ulaşabildiği birkaç yerde yazılıp çiziliyor.
Elbette ki anımsamaların niceliğiyle anımsatılanın niteliği arasında doğru bir orantı yok. Zaten olması da beklenemez. Çünkü anımsanan kişinin değeriyle, kitlelerin kültür, birikim ve beğenileri her zaman ortak noktalarda kesişmiyor. Örneğin; star olmasa da beyazperdede izlediğimiz bir yardımcı karakter oyuncuyla, her Allah’ın günü kağıt paraların üzerinde gördüğümüz bir matematikçi, bir sporcuyla, ünlü bir yazar arasındaki değerlendirme ya da ne bileyim bir sahne sanatçısıyla ünlü bir arkeolog arasındaki tanınma, ne yazık ki birbirleriyle pek eşit değerde olmadığı gibi, o kişilerin ilgi alanlarının toplum içindeki algılanma ve tanınır olmalarıyla da doğru orantılı bir seyir izliyor...
Arkeoloji de; prehistorya, antropoloji, filoloji, fizik ya da jeoloji vs gibi kitlelerin ilgi alanlarının biraz dışında kalan, ancak eğitimini görenlerle, çok az sayıda da olsa bu işe merak saranların ilgi duyduğu bir alan. (Tabii bu işe gereğinden fazla ilgi duyan (!) definecilerle, tarihi eser kaçakçılarını dışarda bırakıyorum) Onun içindir ki, bu alanın çok ama çok önemli kişileri de, yalnızca kendi çevreleri içinde ölüm ya da doğum yıldönümlerinde anımsanarak kitlelerin biraz –yoksa epeyce mi demeliyim- uzağına düşüyor… Bu durum yalnız bizim coğrafyamıza özgü bir şey değil, aşağı yukarı her ülkede aynı…
Geçtiğimiz haftalarda yine bu köşede, ülkemizin çok ama çok önemli bir arşivinde, çok önemli bir arkeoloğun fotoğrafının altına yazılan “adamın biri” yazısından söz etmiş, onun “adamın biri” değil de çok önemli bir kişi olduğunun (adını belirtmeden) altını çizmiştim.
Geçenlerde de bir rastlantı olarak, bu kez sosyal medyada, yine çok önemli bir arkeoloğun, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu olan Jale İnan’ın (bir kopyası bende olduğu için hem) tanıdığım gençlik yıllarına ilişkin bir fotoğrafını gördüm. Belli ki bu fotoğraf, üzerindeki kişi kim olduğu bilinmeden, ama hoş bir fotoğraf olduğu için sosyal medyaya konmuş. Üstelik fotoğrafın üstündeki yazıyla da pek ilişkisi yok. Sonrasında dayanamadım ve bugüne dek yapmadığım bir şeyi yaparak, fotoğraftaki kişinin kim olduğuna ilişkin iki satırlık bir yorum yaptım... Hayret… Bu fotoğrafı bilmeden koyan kişi hemen fotoğrafın üstündeki yazıyı anında değiştirerek bu kez doğru olanı, olması gerekeni yazdı. Derken bir başka kişi, benden daha fazlasını yaparak Jale İnan’ın arşivinin olduğu üniversite sitesinin adresini yazdı. Herkesin ya da merak edenin daha fazlasını görmesi, dahası, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğunu tanıması için… Ama burada da bitmedi. Bir diğer kişi yıllarca önce hoca ile yaşadığı bir anısını ekledi… Garip ama gerçek… Tüm bunlar hiç bilinmeden hocanın 20. Ölüm yılına birkaç gün eksiği ile denk düştü. Kısacası; Bir fotoğraf… Bir iyi niyet… Ufak dokunuş ve ardından gelen bilgi yağmuru…
İlk kadın arkeolog, hocam Jale İnan’ın ölümü üzerinden 20 yıl geçmiş. Şubat ayının birinde doğmuş, sonunda ise 27 Şubat’ta ölmüş. Müzeci ve arkeolog Aziz Ongan’ın kızı olan İnan’ın eşi de, Oğuz Atay’ın biyografisini yazdığı Prof. Mustafa İnan… Eğitimini 1935-1943 yılları arasında Almanya’da yapıp yurda dönen İnan, 1946’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nün kurulmasında katkıları olmuş, sonrasında Perge ve Side antik kentlerin gün yüzüne çıkarılmasına büyük emekler vermiş, aynı zamanda Antalya ve Side Arkeoloji müzelerinin kurulmasını sağlayarak yorgun Herkül heykelinin parçalarını bir araya getirip birçok esere imzasını atmıştır. Kısacası satır başları ile bile yaşamını özetlemek pek mümkün değil… Dolu dolu yaşanmış, her bir anı değerlendirilmiş bir yaşam…
Cumhuriyet 2 Gazetesini çıkarırken Özgen Acar’la birlikte kendisini gazeteye çağırmıştık. Yaşamının belki de son yıllarıydı… Ama hala aklı kazı yaptığı yerlerdeydi… Sohbet sırasında kendisine üzerinde çalışma yaptığı konu ile ilgili kitabını ne zaman yayınlamayı düşündüğünü sorduğumuzda iki yıl sonrasını işaret etti… Ne yaşlılık ne de ölüm umurunda bile değildi…
Özgen Abi ise tam sayfa yayınlanan söyleşiye şu başlığı atmıştı: Küçük Dev Kadın…