05 Kasım 2024 Salı
İstanbul 15°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

‘Kullanılabilir muhaliflik’ memleket karşıtlığına dönüşünce: Türkiye’nin Avrupa’daki Ai Weiwei’leri

Latif Bolat

Latif Bolat

Gazete Yazarı

A+ A-

Geçen hafta, Çin’li muhalif mimar/heykeltraş Ai Weiwei’nin Pekin’den Avrupa’ya olan muhaliflik yolculuğunu anlatmış ve sonucunun hiç de parlak olmadığını, Londra’nın önde gelen sanat eleştirmenlerinin ağzından göstermiştik. Aslına bu talihsiz durum, Arjantin’den Şili’ye ve Asya’nın hemen her ülkesine kadar aynı özellikleri göstermekte. Özgürlüklerinin sınırlandığını düşündükleri kendi ülkelerinden, büyük özgürlük hayalleri ile kaçıp giden o kadar çok sanatçı ve aydın var ki! Bu, son yüz senedir bahsedilen “beyin göçünün” çok daha önemli ve dramatik bir parçası. Eğer bir doktor ya da bir ekonomist, içinde bulunduğu koşulları beğenmez, iktidar ile uyuşmadığını düşünüp de Batı şehirlerinin birine kaçarsa, bu kaçılan ülke için fazla bir kayıp sayılmaz. Onun yerine başka doktorlar ya da ekonomistler yetişecektir elbette. Ülkeler bu kayıplar için üzülürler ama hayatı durdurup da ağıt yakmazlar bu kayıplara. Yollarına devam ederler bir şekilde.
Fakat bir ülke, sanatçısını Batı’nın neon ışıklarına ve ballandırılmış tekliflerine yitirirse, bu daha büyük bir kayıp olacaktır. Çünkü sanatçı kendi kültürünün binlerce senelik filtreden geçmiş geleneğini ve birikimini de yanında götürür bu tür kaçışlarda. O nedenle de bir sanatçının ülkesini terk etmesi daha dramatik bir eylem olmaktadır.

İLHAM KAYNAĞINI YANINDA GÖTÜREMEZSİN Kİ!

Ama işin gerçeği şudur ki, köklerinden koparılmış ve kendine ait olmayan çevrelerde yapay olarak yaşam kurup sanatını yapmaya çalışan “göçmen sanatçı” da, genellikle sanatını geldiği ülkesinde bırakıp da gelecektir. Çünkü onu sanatçı yapan ilham kaynağını, kendisiyle götürememektedir. Bunu, burada adını vermek istemediğimiz çok sayıda Türk sanatçısının, Türkiye’deyken yarattıkları eserleri ile “yaban ellere göçtükten sonra” yaptıkları eserlerinin arasındaki farkta çok açıkça görürüz. Anadolu’nun sıcaklığının, kokularının, rüzgarının olmadığı Paris’in göbeğindeki bir küçük apartmanda, ya da bir köşe başı kafesinde yazılan eser, ne kadar gerçeğin yansıtılması olacaktır ki?
Bu durumu, 38 senesi yurt dışında geçmiş biri olarak, kişisel deneyimlerimizle ifade etmekteyiz burada. Sanat eseri, belirli bir gerçekliğin göbeğinde oluşan ilham ile gün yüzüne çıkar. Paris’teki kafede, ancak Paris’in gerçekliğini yansıtan satırlar meydana gelir. “Göçmen” sanatçıların, göç yaptıktan sonra yarattıkları eserlerin sanatsal seviye sallantısı da buradan gelmektedir bizce.

‘AVRUPA’YA YERLEŞMEK’ İLE TEHDİT EDEN TÜRK SANATÇILAR

Türkiye’mizden de nice büyük sanatçı, şu ya da bu sebepten Avrupa’nın yolunu tutup, çok kısa süre içinde sanatsal ve kişisel olarak kayıplara karışmadı mı? Bu kategoride sayabileceğimiz, hem de Türkiye’de iken çok ünlü olan, onlarca önemli sanatçımızın ve aydının, Londra’nın, Paris’in veya Berlin’in kafelerinde ömürlerini tükettiklerini hepimiz bilmekteyiz. Ve bunların bir kısmı ile Londra, Brüksel ve Edinburg’un caddelerinde tanışıp sohbet etmişliğimiz de olduğunu belirtelim bu arada.
Bunlara ek olarak, akıllarına estiğinde veya Türkiye’deki şartlardan memnun olmadıkları zamanlarda, “Türkiye’yi terk edeceğim, Avrupa’ya yerleşeceğim” diye tehditler savuran, çok ünlü sanatçılarımız olduğunu da unutmayalım. Bu arkadaşlarımızın yaşam koşulları ve toplumdaki pozisyonları, Türkiye’de de hiç fena olmamasına rağmen, onlardaki bu “kaçma” psikolojisi ve bununla Türk insanını tehdit etmeleri de ayrı bir tartışma konusu olmalı.

FİYATINI ÖDERSENİZ, NOBEL BİLE VERİRLER SİZE!

Bir de, sözde muhalif kişiliğini bir şekilde öne sürüp, Ai Weiwei’yi göklere çıkaran aynı Batılı çevreler tarafından ödüllere boğulanlar da var. Bunların en büyük örneği de Orhan Pamuk! Aynen Ai Weiwei’nin Çin’in Han imparatorluğu dönemine ait kültürü yere atıp paramparça etmesi gibi, Orhan Pamuk da Türk tarihini ve kültürünü yerlere atmadı mı? Tarihi yeniden yazıp, Türklerin bir milyon Ermeni'yi kestiklerini, Kürtleri de aynı şekilde yok etmeye çalıştıklarını bağıra bağıra o Nobel ödülünü almadı mı? Nobel ödülünün ona, sadece yazdığı romanların muazzam güzelliğinden ve bir yazar olarak teknik dehasından dolayı verilmediğini bilmeyen kimse kaldı mı ki bu cihanda?
İşin özü, aralarında yedi bin kilometre olsa da, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Ai Weiwei’si ile Türkiye’nin Orhan Pamuk’u aynı yolun yolcularıdırlar. Batılılar, özellikle de ABD, sürekli olarak, manipüle etmek istedikleri her ülkede kullanılabilir muhalif ararlar. Bulduklarını da, türlü gerekçelerle destekleyip, kendi propaganda savaşlarında birer kültürel ve sanatsal silah olarak kullanırlar. Sanatçı ve aydının görevi, herhalde bu tür tuzaklara düşmemek ve kendi vatanlarına karşı kullanılan “destek elemanı” haline gelmemektir bizce. Yoksa, Batı’nın tüketim toplumu kendilerini kullanıp bitirince, Ai Weiwei’ye yaptıkları gibi “hiç”leştirilebilirler.

Çin Pekin Avrupa Türkiye Anadolu