Kültür istisnası
22 Temmuz 1959, usta yazar André Malraux kültür bakanı olur Fransa’da. Görevini şöyle anlatır: “... insanlığın, öncelikle de Fransa’nın temel eserlerini mümkün olduğu kadar çok Fransız için ulaşılabilir hale getirmek, kültürel mirasımıza en geniş kitlelerin dikkatini çekmek ve sanat eserlerinin yaratılmasını ve bu yaratıyı zenginleştiren düşünme biçimini desteklemektir.”
Malraux herkesin kültür varlıklarına erişmesini, sosyal güvenlikten sanatçıların da yararlanmasını savunur. Ona göre akılcı toplumlarda etkin tek şeydir sanat: “Racine’i tanıtmak üniversitenin işi ama oyunlarını sevdirmek yalnızca onları oynayanların işi. Bizim işimiz insanlığın ve özellikle de Fransa’nın dehalarını sevdirmek, onları tanıtmak değildir. Bilgi üniversiteye; sevgi belki de bize ait.”
Hal böyle olunca 1957’de 145 milyon Fransız frangı olan bakanlık bütçesi, 2001’de 16,72 milyar franga yükselir. Fransız dilinin yaygınlaştırılması, kültürünün tanıtılması için yüzden fazla ülkede binden fazla kurum gündeme getirilir. Biraz milliyetçi mi nedir şu Frenkler; kültürlerini yaymak isterler! Fransızca, UNESCO’nun altı resmi dilinden biridir artık.
Yıl 1993. Fransızlar, ülkeler arasındaki gümrük ve sınırlamaları azaltmayı amaçlayan uluslararası bir anlaşma olarak tanımlayabileceğimiz GATT görüşmelerinde L’exception Culturelle diye bir öneri sunar: Kültürel İstisna. Buna göre, “kültür ürünleri” diğer ticari ürünlerden ayrı tutulacaktır artık. Çünkü kültür aynı zamanda alınıp satılan bir üründür. Fakat dikkat isterim, istisnai bir ürün. Çünkü kaç zamandır küreselleşme belası, Fransız kültürü üzerinde olumsuz etkiler göstermektedir.
Kültürel İstisna, kültürel metaları pazardaki rekabet ve eşitsizlikten koruyacak, bu alanda devlete sığınıp oradan yardım alacaktır. Öyle ya, devlet ne güne durur. Orada herhalde devletten maaş alıp tüm devletleri katil sayan milletvekilleri de yoktur! Böylece o tarihten sonra Fransızlar, ticaret için uyguladıkları kuralları kültür alım satımında farklılaştırır.
Ne mi diyorum yani? Örnekle açıklayayım. Tuhaf örnekle hem de. Sevgi çılgını ekolojik solcular hemen bilecek. José Bové desem? Ülkücü bıyıklı, Asteriks gibi bir herif. Dünya onu 1999'da Fransa’nın güneyindeki Millau kentinde, inşa halindeki bir Mc Donald's şubesini, tarım araçlarıyla yıkınca tanıdı. Önemli olan tarımdı, üretimdi. Fransız’ın kendi öz peynirinin (hep milliyetçilik bunlar bak) Amerikan piyasasına düşük fiyattan girmesine savaş açmak için Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü toplantısına 190 kiloluk rokfor götürdü. Genetik yollarla oluşturulmuş mısır tarlalarını yaktı. Açlık grevi yapıp GDO’lu mısır ekimini durdurdu. Herkes terör örgütü lideri için açlık grevi yapacak değil ya! Gerçi Bove da bu işleri ilerletip vekil olduktan sonra terör örgütünün Fransa’nın Larzac Ovası’nda kamp bölgesi sağlamasına yardımcı da olmuş, netameli bir bey... Bunca milliyetçi beylerin, seni beni milliyetçi bulması da cabası değil mi? Neyse.
Fransa, Kültürel İstisna ile kültür politikasını yeniledi. Verileri Dergâh dergisinin 330’uncu sayısından, İlknur Atasoy’un makalesinden alıntılıyorum: Küçük yayınevlerini desteklemek için kitaplardaki indirim oranı yüzde 5 ile sınırlandı. 2013 yılında Fransa Kültür Bakanlığı, kurduğu destek fonu kapsamında, kitapçıların kısa vadeli ihtiyaçları için 10 milyon euro tahsis etti. Fransız kanallarında yabancı filmlere sınırlama getirildi. Demokrasiye bak hele! Fransız radyoları için, en az yüzde 40 Fransız müziği kotası uygulandı, şu işe bak, ceberut cumhuriyet (!) neredeyse... 20 milyona yakın abonesiyle Canal Plus, kurulduğundan bugüne vizyona girmiş filmleri bir yıl sonra ekranda yayınlama hakkını aldı; karşılığında da Fransız filmlerinin yüzde 80'i finanse edildi. Kültür sektöründe vergiler düzenlendi. Sinema yapımlarındaki yüzde 20 KDV, yüzde 5,5’a çekildi.
Intermittent du Spectacle denen bir hinlik daha çıkardı Frenk. Eğlence sektöründe çalışan herkes, son 10 ayda toplam 500 saatten fazla çalıştıysa işsizlik güvencesi hakkı aldı. Böylece sinema, tiyatro, televizyon, müzik işçileri Fransa’da, bir süre çalışmasa da ücret ve sağlık güvencesine sahip oldu. Gazetelerde açlıktan sürünen eski aktör haberlerine rastlanmıyordu artık! Bizdeyse açlıktan ölen sanatçı, o da ancak açlıktan öldüyse alkışlanıyordu.
Daha mı? Buyur, bitmedi. European Convention on Transfrontier Television yani Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi diye bir anlaşma... Böylece Avrupa’da yayınlanan televizyon programlarının yüzde 50'sinin Avrupa’da üretilmesi zorunluluğu vardı artık. Bizde olsa duruma zorbalık diyecek devrimci arkadaşlar okusun burayı: Hey yavrum hey; Fransa bu kotayı Kültürel İstisna kapsamında az daha yükseltip yüzde 60 yaptı! Öte yandan Frenkler, 2013’ten beri tüm Avrupa ülkelerini görsel işitsel alanda ABD ile gelecekte yapılacak anlaşmalara girmemeleri için sürekli uyarıp durmaktadır. Sen yine de kendi edebiyatına Türkçe Edebiyat de! Memnun olma sen yine de! Sen yine de acayip bir mahluk olduğun için aşağıla kültürünü... Sen yine de tabela solculuğu yap fark eder mi! Nasılsa Paris Review kadar olsun, anamıyorsun Evliya Çelebi’yi!
Kültürel İstisna, ülkemizde de ehil eller aracılığıyla (zira burada liyakat çok önemli) bir kıvılcım ateşleyerek kültürümüzü koruma hareketine dönüşmeli. Pimapenli tarihi eserlerden, dilinden utanan solculardan, Mimar Sinan hakkında Ermeniliğinden gayrı şey bilmeyenlerden bizi kurtarıp küreselleşmeye alternatif bakış getirmeli Kültürel İstisna. Yoksa işimiz zor. Gerçi bizim hangi işimiz kolay ki!