Kuramdan hikmete şiirin hükmü – 8: Tarihte Zorun Rolü mü, delinin zoru mu?
“Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.”
KARL MARX
Konumuzu bir öğrencilik anısıyla sürdürelim. Lise sıralarında İnkılâp Tarihi hocamız, Atatürk’ün başardığı devrimin büyüklüğünü anlatırken heyecanlanıyor, çaresiz kalıyordu. Bir gün birden kürsüden fırladı ve cezbeye tutulmuş gibi şöyle bağırdı: “Arkadaşlar, Atatürk ne yaptı biliyor musunuz?” Bizler pür dikkat kesildik. Hocamız devam etti: “Atatürk, şu içinde bulunduğumuz beş katlı okul binasını sırtına aldı ve hükümet meydanına çıkarttı.” Bütün sınıf, bu yalın anlatımla Atatürk’ün tarihteki rolünün zorluğunu o anda anlamıştık. Böylece imkânsız gibi görünen zorlukların, insan erdemleri karşısında nasıl zafere ulaştığını da unutulmaz şekilde kavramıştık. Atatürk’ün davranışındaki “akıl ötesi” görünen güç, bütün akılları acze düşüren bir mucizeydi. Ama aklın mayaladığı cesaret, bilgi, hırs, irade, deneyim ve daha bilemediğimiz köklerden gelen bilgece unsurların ortaya koyduğu bireşimin bir zaferiydi.
Daha açık söylersek, “birey” kendisine dayatılan “saldırgan zoru,” daha büyük bir “karşı zor” üretip kullanarak yeniyor ve onun iktidarına son veriyor. Aynı anda saldırganın maddi, manevi yığınağını ortadan kaldırıyor. Bu olgunun “Tarihte Zorun Rolü” ile “Tarihte Bireyin Rolü” ilişikliğini hemen kavrayabiliyoruz. Bir de “Delinin Zoru” var. Hiçbir sözlükte, kaynakta yer verilmeyen, açıklık getirilemeyen “Delinin Zoru” deyimini aydınlatırken de benzeri olayları anımsayacağız. “Delinin zoru” deyiminde ağırlık noktası “zor” kavramındadır. Sorunun dayattığı zorun karşısına, çözümü getirecek kurtarıcı zoru çıkarmak kolay iş değildir. Sınıflı toplumsal sistemlerde zoru egemen sınıf üretir ve dayatır. Sonra da bu baskı aracının üstün örter. Tanınmaz, kavranmaz, gizemli hale getirir. Halk ve aydınlar sorunu tanımlamakta zorluk çekerler. Tanımlansa bile onu değiştirecek eylemi gerçekleştirme zorluğu karşınıza çıkar. Birey bu tarihsel süreçte ortaya çıkar ve çözüm için harekete geçer. Dışarıdan bakan birinin aklı bu zorlu süreci tam kavrayamaz ve değerlendirmesini yapar: “Bak delinin zoruna!”
TARİHSEL ZOR KARŞISINDA BİREYİN TARİHSEL ROLÜ
Friedrich Engels’in “Tarihte Zorun Rolü” ile Georgi Plehanov’un “Tarihte Bireyin Rolü” yapıtları birlikte okunmayı, bir arada kavranmayı gerektiriyor. Birbirini bütünleyen bu iki tezin hem adları, hem de içerdiği konular, devrimci aydınlarımız üzerinde etkili olmuştur. Buna karşın “zor”un ve “birey”in birbirini tamamlayan “rol”leri üzerinde yeterince durulmamıştır. Hatta bu iki yapıtın adları ilk bakışta yanlış kestirmelere uğrayarak, ilkinde “şiddet”in, ikincisinde “birey”in kutsanması idealizmine kaçılmıştır. Acaba öyle mi? Bu iki sav birleştirilerek, nesne ile öznenin eylemli buluşmasını bir üçüncü düzlemde dile getirebiliriz: “Tarihte Bireyin Zorlu Rolü!” ya da “Tarihte Bireyin Zorla Sınanması!”
Her iki yapıtın sayfalarında akan sav ve karşı savlar üzerinden çatışmalı tartışmalar, tarihsel boyutta yaşanan nesnel gerçekliğin yansıması olarak çözüme ulaşıyor. Engels’in “Tarihte Zorun Rolü”nde sınıflı, çatışmalı toplumlarda zor unsurunun siyasi liderlerin öznel tutumuyla ilişkisi analiz ediliyor. Dühring, Bismarc’ın Alman Birliğini kurarken uyguladığı aşırı şiddet ve kanlı süreci siyasi liderin iradesine bağlıyor. Dühring egemen siyasetin, egemen üretim ilişkilerin bir yansıması olduğunu göz ardı ederek, devrimcilerin bu durumun “ahlaksızlıkla” eleştirilmesini öneriyor. Engels ise dayatılan zora karşı, ekonomik tabandan bireysel iradeye yansıyan devrimci zoru seferber etmeye çabalıyor. Yani zor, ekonomik gücün bir yansıması olarak dayatıcı rol oynuyor.
EGEMEN AKLIN ZIRHINI DELMEK
Elbette bireyin eyleme geçebilmesi için önce gerçeği tam anlaması ve anladığını bilince çıkarması gerekiyor. Bunu başarabilmek için bireyin (liderin) ve öncülerin, egemen aklın kalın zırhını delmeleri zorunludur. Zorluk buradadır. Birey tek başına bunu başarsa bile, kitlelerin bilincine çıkarma aşaması başka bir zorlu süreci gerektirir. Kitlelerin aklını esir alan, algılarını bozan, eylemlerini sindiren, gerçeklerden koparıp onları kendine yabancılaştıran egemen zorun sayısız baskı yöntemleri vardır. Emperyalist medya marifetiyle kitlelere öyle bir akıl yüklemesi yapılır ki, aksini düşünene “deli” gözüyle bakarlar. Ya da o lideri kitlelerin gözünden düşürüp saf dışı bırakmak için gerçeğe en aykırı biçimde kampanyalara girişirler. Bu bağlamda bir örnek vermek gerekirse: Atatürk “İngiliz ajanı” yapılır. Üstelik bu yalanı yine İngiliz ideologlar üretir. Çünkü Türkün baş düşmanı İngiliz’dir, İngiliz’in baş düşmanı Atatürk ise Atatürk’ü “İngiliz Ajanı” diye ilan etmekle kitleler aldatılıp lider etkisiz kılınmak istenir. Tarihte ortaya çıkan bilge önderler bu şekilde saf dışı edilerek, tarihte bireyin rolünün önü kesilmek istenir.
İşte o bilge kişi, gerçeği kavrayan ve gereğini yapmaya girişendir. Bir toplumu sömürü kıskacına alan baskı, dayatılan zor öylesine “gizemli” hale getirilir ki anlamak olanaksızlaşır. Anlayanlar çıksa bile, buna karşı eyleme geçmek de zordur. Tarihsel materyalizmin ilkelerini kılavuz edinen lider ve hareketler, kuramın ve bilgeliklerin aydınlattığı yolda işe girişirler. Genel kural haline getirilen ve pek çok kişinin tespit ettiği yerde düşünsel baskı çemberini yararlar. Karşınızda Çıkış Yolu parlayıverir. Tarihte bireyin rolü ile tarihte zorun rolü birlikte sahne alırlar. Kitlelerde açığa çıkan sınırsız enerji, donandığı sanatsal yetenekle bu geçitten akarken, hiçbir gücün durduramayacağı yaratıcı düşünceyi aynı anda uygulamaya koyar. Marx’ın “Dünyayı değiştirmenin gerekliliği,” dediği budur.
NATO İÇİNDE ACZE DÜŞMEK
Halkımız en veciz şekilde Türkiye’nin bir müşkülüne not düşmüş, tanımlama yapmış ve “NATO kafa NATO mermer” demiş. Bu sözün her ne kadar Yunanca bir deyim olup “Na to marmari, na to kefali!” yani, “işte mermer, işte kafa”dan doğmuşsa da, Türkiye ve NATO ilişkisi konusunda temel bir gerçeği dile getirmekte başarılı olmuştur. Halk, “Evin içindeki NATO canavarını görmeyip NATO’dan yana çalışan kafa, mermer kafadır. Taş kafadır. Akılsız kafadır. Robot kafadır. Kafasız kafadır!” demek istiyor, haklı olarak.
Yetmiş yıldan beri NATO, emperyalizmin mazlumlara dayadığı bir silah olarak görev yapmaktadır. Müslüman dünyasına en kanlı saldırılar Türkiye’nin üyesi olduğu NATO’dan geldi. Bu kadar açık bir saldırı ve tehdit karşısında dahi NATO’dan çıkmayı aklına getirememek acze düşmektir. Oysa Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasıyla örgütün Asya kanadı çökecek, Türk ve Müslüman milletler rahat bir nefes alacak, Asya bütünlüğü içinde daha güvende yaşayacaklar. Fakat “NATO’dan çıkamayız” saplantısı ölümcül bir zorlamaya dönüşmüştür. Sıra Türkiye’yi NATO’dan çıkartacak mucizeye gelmiştir. Başka bir deyişle tarihte zorun rolü, bireyin rolüyle birleşmek zorundadır. Bu da o tarihi rolü üstlenecek liderin ortaya çıkma vaktine işaret etmektedir. Hüküm, hikmet sahibi, bilgelere düşmektedir.
Haftaya “Düşünce acze, parlar mucize!” bölümüyle devam edecek.