Kuramdan hikmete şiirsel hüküm 3: Hikmetler Hurafe değildir!
Çeşmelerden bardağın
Doldurmadan kor isen,
Bin yıl orda durası
Kendi dolası değil
Yunus Emre
Arapça kökenli “hikmet” ile Türkçe “bilgelik” kavramlarını bilinçli olarak, bazen arka arkaya birlikte kullanıyorum. Aralarındaki anlamsal ayrışmanın ve birbirini tamamlamanın zorunluluğuyla böyle yapıyorum. “Hikmet” ne denli ilahi çağrışım içeriyorsa, “bilgelik” tam zıddı insana ait bir yetkinliği yansıtıyor. Tarih boyunca hikmetlerin içine hurafeler de karıştırılmıştır, sorun buradadır. O nedenle de hikmetleri din kaynaklı görüp onlara hurafe yakıştırma çabalarının karşısında durmak için, “hikmet” kavramını kullanmaya öncelik veriyorum. Hikmet’in sözlük kapsamı, aynı zamanda insana açık olmayan, “anlaşılamayan”, gizli sırları da içermektedir. Bazen bu bilinmezlik, içinden çıkılamazlık, sıkı gizlilik çoğu zaman “Hikmeti Hüda” tabiriyle de dile getirilir. Öte yandan hikmet karşılığında “bilgelik” dediğimiz söz varlıklarına hurafe bulaştırmak mümkün olmamıştır.
> Ayrıca şunu da belirtelim ki efsane, destan, söylence, masal, ilahi, türkü, semah vb. halk kültürü varlıklarına egemen olan abartılı anlatımlar hurafe değildir. Destansı söyleme egemen olan abartılı söz biçimleri, yaratıldıkları çağın bilim, bilinç, anlayış düzeyiyle orantılı olarak ortaya çıkar. Geçmişin derinliklerine indikçe doğaüstü varlıklar ve insanüstü güçler çoğalır. Örneğin İslamiyet’ten önceki din kitapları ve edebi yapıtlarda büyünün dozu, geçmişe gittikçe artmaktadır. Karacuk Çobanın bağlandığı ağacı kökünden söküp Salur Kazan’ın ardı sıra gitmesi insanüstüdür. Tepegöz’ün bir günde altmış adam yemesi, benzer şekilde Odysseus’un adam yiyerek beslenen Polyphemus’u vb. hurafe değil, destan sanatlarına ve ilahi dini metinlere özgü mitolojik söyleme biçimleridir. Bu gerçek, Sümer’den Babil’e, Enûma Eliş’ten Altay ve Hint destanlarına kadar bütün görkemiyle kendini gösterir.
>> HİKMET İLE HURAFENİN SAVAŞI
> Derler ki, zamanın birinde Anadolu’da bir evde akşam yemeği sırasında, konuklar arasındaki bir de sahte molla vardır. Molla efendi, ikide bir başını sallayarak “houşt houşt” diye boşluğa çıkışmaktadır. “Ne oluyor molla efendi?” Niye böyle bağırıyorsun?” diye sorulunca, molla, “Kabe’nin etrafında itler var, onları kovuyorum!” Mutfaktaki evin kadını da bunları duyuyor. Sahte molla “Houşt! Houşt!”larını sürdürürken, yemek dolu tabaklar gelmeye başlıyor. Herkesin tabağında pilav üstü tepeleme et, molla efendinin tabağında sadece pilav görünüyor. “Hanım hanım hani bizim pilavın eti?” diyerek molla itiraz edince, kadın dönüp, “Altı aylık yoldan Kabe’deki itleri görüyorsun da, pilavın altındaki eti niye görmüyorsun!” diye yanıtlar. Sağduyulu halkımız bu türden kıssalarla sahte “hikmetçileri” alaya almış, böylece hurafenin önünü tıkamıştır.
> Birbirini dışlayan, bu iki kavram, yani “Hikmet ile Hurafe” başka bir deyişle “Bilgelik ile Cehalet” tarih sahnesinde hep birbiriyle savaştı. İnsanlık değerlerinin ve gelişmenin düşmanları, bilinçli ya da bilinçsiz üretip halk arasına saldıkları bilim dışı davranış ve inanç biçimleriyle, yol gösterici bilgi kaynaklarını bulandırdılar. Hikmet ne kadar aydınlık ise hurafe o kadar karanlıktır. Hikmetlerin, nihayet dinler içinde hayat bulması, ilâhiyatın bilim dışına çıkan boyutları nedeniyle hurafelere açık hale geldi. İslam hikmetleri ise istisnasız bilimin içinde, bilimle sınanarak benimsenmiş, inanç soyutlamaları bir yanıyla gerçeklikle bağdaştırılmıştır.
>> HİKMETLERE ULAŞAN GÜVENLİ YOL
> Öncelikle belirtmem gerekir ki, baştan beri ele aldığım “kuramsal” yapı, gerici kuramlarla ilgisi olmayan, bilgeliklere basamak oluşturan türdendir. Elbette sınıflı toplumlarda insanlığa yol gösteren, gelişmenin önünü açan kuramsal gelişme çizgisinden gitmekteyim. Karar’dan Kavram’a, Kural’dan Kuram’a, Hüküm’den Hikmet’e ulaşan bilimsel süreçler bilgeliklerin, hikmetlerin en sağlam güvencesidir. Toplumsal gelişmenin düşünsel sistemini oluşturan bir kavram olarak “Kuram,” Türkçemizin görevini en iyi yapan, işlevini en güzel anlatan sözcüklerinden biridir. Hayatın içinde sürüp gelen olaylardan çıkarılan toplu derslerin özlü dile gelişi, edinilen derslerden sonra kavramlaşmış özlü söz varlıklarımızdandır.
> Kuram, aynı kökten gelip benzeştiği “Kural” sözcüğünün genişleyip yeni bir anlam katına ulaşmış, genelleme işlevini üstlenmiş halidir. Kural, doğrudan belli bir işin istenilen en iyi biçimde oluşmasını pratikte sağlarken, Kuram ise eylem, uygulama sürecinden, yani somut olarak ortaya koyma pratiğinden çıkarılan derslerin en genel biçimde soyutlanması olarak karşımıza çıkar. Diyalektiğin yasalarına bağlı bu yalın eylem zinciri esasında kaderciliğe boğulan, işi ilahlara ya da başka doğaüstü güçlere havale edenlere karşı doğru tutumu gösteriyor. Onların yanlışlarını çarpıcı bir biçimde gözler önüne serip, izlenmesi gereken doğru yolu gösteriyor.
>> HİKMETLERDEN GEÇEN IŞIKLI YOL
> Sözün gücüyle ortaya konan anlam katları, gerçeğin özüne en uygun uyarısını yaparken söz, sıradan bir ilke olmaktan çıkıp hikmet düzeyine yükseliyor. Söz varlığının oluşturduğu “öğüt” orada bütün insanlık için evrensel mecburiyete dönüşüyor. Bunların yapı taşlarının, hikmet düzeyine yükselmiş kuramlar olduğunu bir kez daha belirtelim. Esasında binlerce yıllık Doğu edebiyatları bu türden bilgelik ürünleriyle doludur.
> Doğu ve Batı başyapıtlarının bütünü için “hikmetler” ya da “bilgelikler” desek yerinde olur. Örneğin Ahmet Yesevi’nin “Divanı Hikmet”inden den Hacı Bektaş’ın “Velayet Name”sine, Mevlana’nın “Mersiye”sinden Nizâmülmülk’ün “Siyasetname”sine, Firdevsi’nin “Şahname”sinden, Ömer Hayyam’ın “Rubaileri”ne, Ali Şir Nevai’nin “Muhakematü’l Lugateyn’”inden, Yunus Emre’nin “Risaletun Nushiyye”sine, Nazım Hikmet’in “İnsan Manzaraları”na kadar hepsinin gücü, insanın ve toplumsal gelişmenin evrensel yasaları olarak aynı özde toplanır.
>> MARX’TAN ATATÜRK’E HİKMET ZİNCİRİ
> Felsefenin toplumsal tarih boyunca gelişmesi öncü düşünürler sayesinde gerçekleşti. Ortaya konulan zorlu sorunların çözümü, ileri sürülen çetin soruların yanıtları, insanlığın düşünsel birikiminden güç alan yeni öncülerin ortaya çıkmasıyla gerçekleşti. Örneğin bugün insanlığın ulaştığı bilimsel aydınlanmada en önemli rolü üstlenenlerden Marx’ın, “Eğer görünen gerçek olsaydı, bilime gerek kalmazdı,” ya da “Cehennem’e giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşenir,” bilgelikleri gerçeği bütün yalınlığıyla ve çarpıcılığıyla ortaya koyuyor. Aynı şekilde yine Marx’ın “Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir,” ya da “Dini ıstırap, hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de gerçek ıstıraba karşı bir protestodur. Din, ezilenlerin iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur,” bilgeliğinin ulaştığı gerçeklik insanlığın önünü aydınlatıyor.
> Büyük öncüler, insanlığın karşılaştığı zorlu sorunları, zamanın kısıtlamaları içinde çözüme kavuştururken tarih sahnesine çıkarlar. Yüzyıllar geçse da onların hikmetleri, bilgelikleri birbirini tamamlar, birbirine güç katar. Örneğin Marx’ın “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustalıkla kullandığı bir silahtır,” sözü, Atatürk’te “Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır,” biçimine yükselir. Egemen sınıfın elinden silahın alınması, cehaletin yenilmesine bağlıdır. Burada ışımakta olan hikmet zincirini görmek insanı mutlu ediyor. Devrim önderi, kurtarıcılığını yine anlaşılması zor “müşkül” işleri çözmede sürdürüyor. Bir yandan bilimin yüceliğine, öte yandan şiirsel güce sahip bu çözüm biçimleri insanlığın yolunu aydınlatıyor.
Haftaya “Şiirin inşa ettiği büyülü yol” bölümüyle devam edecek.