Kurbağalıdere’nin hikâyesi
Arabistan sıcağı ülkemizi kasıp kavuruyor. Meteorolojiye göre sıcaklar daha da artacakmış. Nerede ise kestane kebap olacağız. Şurası muhakkak ki bizler, Arapların ne sıcağından ne de soğuğundan fayda görmeyiz ama onlardan nedense hiç yakınmayız. Dinimiz, imanımız onlarla örtüşüyor. Biz Arapsız, onlar da bizsiz olamıyor. Nedendir bilmiyorum. Birbirimizin varlık nedeniyiz diye yorum yapanlar da var. Fenerbahçe eski sporcuları ve üyelerinin gündelik yaşamları Dere Ağzındaki ufak bir koru içinde geçer. Serin olur orası. Sanki bir yayladır. Orası da olmasa bu sıcaklarda ne yaparız bilmiyorum. Ne var ki bu şirin yerin hemen yanından Kurbağalı Dere geçer. Foseptik kokusu ile sıcağın yan yana gelmesiyle nefes almakta bir hayli zorlanırız. Ne yazık ki Moda Kalamış ve Fenerbahçe belki yüz yıldır devam eden bu koku karşısında adeta foseptik bağımlısı olmuştur. Bilindiği gibi Fenerbahçe’nin futbol branşında alt yapı okulu vardır. Bu okulda yüzlerce 10 yaş ve üzerindeki çocuklar futbol dersi görmektedir. Ne yazık ki okul da foseptiğe yakın olduğu için onlar da bu kokuyu solumaktadırlar.Foseptik haline gelen birkaç kilometrelik bu dereyi, göreve gelen yönetimler bir türlü halledemediler. Her yıl yeni yeni firmalar milyonlar kazandı fakat durum hiç değişmedi. İşte A. Müfit Gürtuna, Fenerbahçe Dere ağzı Tesislerine gelerek, buradaki Altyapı dersliklerinin açılışını yapmıştı. Takriben 15 sene kadar önce idi. Bu açılışta yaptığı konuşmada kurbağalı Dereye bağlı ve onu besleyen 30 dere olduğunu bu derelerin ıslah çalışmalarına başlandığını 1,5 veya 2 sene içinde bütün derelerin temizleneceğini Kurbağalı Dereden evlendirme salonuna kayıkla gidilebileceğini söylemişti. Neredeeeee!Bu meşhur dere, sanırım Fikirtepe’den ve Çamlıca’dan gelen dereler vasıtası ile gitgide büyüdü. Çocukluğumuzda bu dere tertemizdi. İnsanlar burada balık tutarlardı. Kadıköylülerin en yakın piknik yeri bu derenin ağzında idi. Süslüsandallar sabahtan akşama kadar seyir halindeydi. Gazhane’den Kalamıştaki denize kadar uzanırdı. Sandalsefaları yapılır. Geceleri gazelhanlarının sesleri sokaklarda çınlardı. Bu derede iz gençler olarak sandalla çok gezdik. Bu güzellikler içinde hatırladığım üzücü olaylar da vardı. Dere ağzındaki Gazinolardan sabah Fenerbahçe Kulübüne giderken bir adamın ağacın dibinde boynunda kementle intihar ettiğini gördük. Sonradan öğrendik ki ticari durumu bozulmuş, parasız kalmış ve bunu da onuruna yedirememişti. Dere ağzının Bizim kulübe çok yakın olan bir noktasında da Kumcu Ali diye bir müteahhidin kum deposu vardı. Kendisi görkemli bir adamdı. O yılların bir de Çoban Sait adlı canavarı vardı. Kumcu Ali ile bir gün kavga etti. Sonunda Çoban Sait vurularak öldürüldü. Su testisi su yolunda kırıldı.İnsanlar çok ufak bir ücret ödeyerek kayıkla derenin bir kıyısından öbür kıyısına geçerdi. İstanbul’da artık Marmaray gibi deniz altından giden bir ulaştırma vasıtası var. Böyle bir durumda Kurbağalı Dere eğer kurtulamadı ise bunun nedenlerini sizlere bırakıyorum. Bu iktidarın yaptıkları, ayağında çarık olan kimsenin röleve şapkası veya papyon kravat takmasına benzer. Yapılan işler göz boyamaktan öteye gitmiyor. Asgari ücret, sosyal devlet kavramlarını hiç sormayın. Gemisini kurtaran kaptan. İktidar bazı insanları zengin etmek için ödediği paraları, dere ağzının ıslahı için harcamış olsaydı şimdiye kadar çoktan halledilirdi.
Acaba Emre haklı da onu eleştirenler mi haksız?Transfer ayı tam anlamı ile bir curcuna. Gazeteler rengarenk. Sıradan futbolcular için bile milyon euro’lardan bahsediliyor. Özellikle bütün Türkiye’nin eleştirdiği Belözoğlu ve Melo’nun tam sayfarenkli fotoğrafları çok ilgi çekiyor. Böyle bir reklam, aya giden alimlere bile yapılmıyor. “Kör ölür, badem gözlü olur” derler ya aynen o misal. Özellikle Fenerbahçe’li Emre hakkında çok eleştiri yazısı yazdım. “Melo ile ikisinin içinde canavar yatıyor. O canavarlar sahada bu çocuklara suç işletiyorlar” demiştim. Her ikisinin de futbolunu beğenirim. Özellikle Emre’nin gazete sütunlarındaki demeçlerinden anlaşıldığına göre biz haksızmışız. Belözoğlu bir lider, bir kurtarıcı imiş. Çok da acıklı şeyler söylemiş. Gözlerim yaşardı. Meğer onların içinde canavar eğil melek yatarmış. Acaba ne yapsak şimdi. Bütün spor basını özür mü dilemeli! Ne yazık ki dengesiz bir ülkeyiz. Dünyada bir örneğimiz var mı? Bilmiyorum.
Transferler ihale ile yapılsa daha mı iyi olur!Zaman zaman düşünürüm.. Futbolcuları ve teknik direktörleri ihale usulü ile alsak acaba ne olur diye. Biliyorum bazı kimseler “bu sıcakta dalga mı geçiyorsun?” diyecekler. Ama onlar da düşünsünler. Fikir jimnastiği bu. Kereste ithal ederken çam olacak, gürgen olacak, şu olacak bu olacak gibi şartlar ileri sürer, yapılan anlaşma metnine bunları yazar ve de tesellümde de bu şartlar ağlandığı akdirde teslim alır, aksi takdirde iade ederiz. Ama insanlar kereste değil ki. Yabancı futbolcuların hiçbir zaman transfer esnasında özelliklerini gerektiği gibi öğrenemiyoruz. Mesleki geçmişi konusunda, kaç gol attığı, nasıl asist yaptığı basında yazılıp çiziliyor. Güzel bir pazarlamatekniği uygulanıyor ama kişiliğini, alışkanlıklarını, uyumunu ya da uyumsuzluğunu öğrenemiyoruz. Öğrenmek de istemiyoruz. Aklımıza bile gelmiyor. Halbuki bu insanların futbolculuk veya teknik adamlık kariyerinin yanı sıra diğer kişisel özellikleri de çok önemlidir. Aslında bu konuda bir hayli de deneyim sahibi olmuş olmamız gerekir. Zeka özürlü olanı da madde bağımlısı olanı da ülkemize getirip, dünyanın parasını veriyoruz. İade imkanları da yok. Bu özellikleri kişiler bazına indirgemek istemiyorum. Olmuş bitmiş zaten faydası da yok. Zamanında yapılan önerilere kulak verilmediği ve yanlışlıklardan ders alınmadığı sürece zarar görmeye devam edeceğiz. Futbola gönül vermiş, emek sarf etmiş biz eski futbolcular, gerçek olmasa da gerçeğe yakın görürüz olayları. Bu nedenle bu insanların fikir ve önerilerinin biraz olsun dikkate alınması gerekir. Şimdiye kadar ödediğimiz ve randıman alamadığımız transferlerin miktarı nedir? Bunu bilmek ve söylemek çok zor. Hatta daha ilerisi yalnız yabancı futbolcu ve teknik direktörleri değil kulüp başkanlarını da ihale usulu kullanmalıyız diyorum ama aslında sanki öyle de oluyor. Parayı çok veren geliyor, az veren gelemiyor! Bu da bir çeşit ihale gibi oluyor.