Kurdu Eve Almak!
İşe giderken sabahları denk gelirim. Nefis ikili: Adam görmüyor ve ben izniyle kendisine kör diyeceğim; görme engelli başka çünkü. Bunca gözü açık olup göremeyendir görme engelli, elinde olmadan hastalanıp kör olan değil. Metro çıkışındaki plazada çalışıyor; evden işe, işten eve müthiş köpeğiyle gidip geliyor! Boynunda çerçeve var köpeğin: “Lütfen dokunmayın, sahibim görmüyor, ona rehberlik ediyorum!” Doğadaki sadık birliktelik; insanın hayvanla nefis dostluğu.
Onları anınca beş yıl önce Paris: Kahramanımız, evsiz, sokakta köpeğiyle yaşıyor. Kış günü meydanlarda anadan doğma gezip kürk endüstrisini protesto ettiğini düşünen “hak savunucusu” zorbalar, tek dostunu (ihtimal köpeğin de tek dostu adam) sahibinden ayırıyor. Köpek inliyor, adam ağlıyor. Neymiş, köpeğe bakamazmış. Bunlar bakabilecek ya! Kafaları çalışsa köpeği almak yerine, adam için yardım toplar; ikisine başlarını sokacak yer ararlar ama işin içinde hak ve aktivizm var! Bunlar da toplumsal cinsiyet, öteki, barış gibi deşildikçe altından sürüyle sorun çıkaran kavramlar. Zorbalar, hayvanı alıp 175 euro’ya satmaya kalkıyor. Belirtelim: Köpek sahibine kavuşturuluyor.
Geçen yaz ada: At - fayton işi nedir diye sorunca faytoncu arkadaş anlatıyor. Atım benim her şeyim abi, derken gözü ışıyor; seviyorum yahu, diyor. Son durakta inip alnını, yüzünü öpüyor güzel hayvanının. Hatta Nar’a sesleniyor: “Gel sen de sev, canım benim bu canım!” Birlikte at seviyoruz. Yazıyı bitirirken İBB, 83 milyon TL verip satın alarak veteriner kontrolünde Tarım Bakanlığı’nın doğal yaşam alanlarına bıraktığını açıkladı atları; “yaşam alanlarında” sonlarının ne olacağını düşünmek istemiyorum. At, Türk’ün kanadıdır der Kaşgarlı Mahmud. Gel bak. Ad üzerinden gidelim ilk. Bir varlığı tanıtan kelimeye ad denir. Herhangi bir cismi, isme eşitleyen kelime. Kimse pipo düşünmez mesela elma denilince. O isimle cisim birdir. Bir kimseyi, nesneyi ya da olguyu onunla akla getiririz; isim, cismi taşır. Bizde ad, varlığın soyut atıdır. Türk yaratılış miti, varlığın birbirinden ayrışmadığı, henüz her şeyin tüm olduğu dönemde başlar. Hiçbir şeyin mevcut olmadığı, her şeyin sonsuz su olduğu bu çağda, gök bile yokken varlıkların adı ve tabii anlamı yoktur. Sümer’de de tanrı Enki, her şeye ad verip yaratılışı başlatır. Ad, anlam ve başlangıç. (İncil niye “en önce söz vardı, söz Tanrı idi” diye başlar sandın!) Başlarken söylenen söz olan besmelede de İslam tanrısının “ismi” anılmaktadır. Besmele ile isim yakınlığına dikkat! Kişinin adı, varlığını taşıdığından Türkler atıyla gömülmüştür. Zira at, öte âlemde de yardımcı olacaktır. Sümerce baba anlamına gelen “ad”, “adda”nın, ata kelimesine benzemesine hiç değinmiyorum. Sen yine elektrikli fayton koy tabii, ilerlemedir ama Kars’ta turistleri halen atla taşıyorlar; hayvanla insanın çağlar boyu dostluğu, galiba yeni zaman seviciliğinin en ihmal ettiği şey oldu. Aşısını tam yaptırdığı köpeği ama aşısız bebeği... Kedi maması diye sokaklara plastik su kaplarında serpiştirilen tavuklu şeylerin martıları, kargaları ve hatta kimi ormana yakın bölgelerde kirpileri hasta etmesi hayvan sevici aktivizme bir şey anlatmaz sanırım.
Gel bak, bir de çocuk kitabı: Marcel Ayme’ın. Severim. 1967’de ölmüş, Montmarte’de bir meydana adı da verilmiştir. Hikâye, yazarın Delfin ile Marinette serisinden. Adamı anlıyorum, önyargı kötü diyor ama aradan yarım asır geçti, bugün hayat farklı! Söz ettiğim metinde Delfin ile Marinette oyun oynarken pencerede kurt görünüp günaydın diyor. Yavrular korkuyor. Kurt, üşüyorum ama korkuyorsunuz, korkmayın, ben bildiğinizin aksine iyi yürekliyim, diyor; kapıyı açın, ısınayım. Çocuklar, annemiz tanımadıklarınıza kapı açmayın dedi, açamayız diye üzülüyor. Ama açıyorlar. Ana babanın dediğinin ne önemi var! Kurt da iyiyim diyorsa kesin iyidir! Sobanın başında ısınıp birlikte şarkı söylüyorlar. Zaten tüm kurtların derdi de şarkıdır, emin ol! Her kurt, Ayme’ın kurdu değil. Burada sorun, hayvan olan kurt da değil. Masalın verdiği bilgide, kurt diye önerilen ad, hayatta başka bir şey artık! Masal, hayatı her zaman karşılamıyor.
Bir başka çocuk kitabı: Dünyadaki açlığın sorumlusu olarak et yiyebilen çocukları işaret ediyor metin. Dünya senin yüzünden aç, diyor el kadar çocuğa. Sömürüyü düşün! Holdingler, tröstler, kapitalizm, petrol, Amerika değil; sekiz yaşındaki bebe, çoğu ekmekten azı kıymadan köfte yedi diye öyle mi? Doğayı sevmek değil (fazladan neyini sevelim parçasıyız zaten) doğacılık, bazen kişiyi tedavi gerektiren noktalara getiriyor!
Hastalık deyince o klasik sevici monolog da anılmalı. Diyelim tüye alerjin var, doğal olarak dile getiriyorsun, insansın ya ayıptır söylemesi: Hemen hayvan işaret edilip “o senden iyi, o senden temiz” demeler başlar! Bizim çocuk parkında, iki yaşında yavrucakların oynadığı salıncağın altına köpeğini işeten hanımı ikaz etmeyi dene hele. Ben denedim: Köpeğim de çocuk, salıncak görsün diye getirdim, dedi!
Boğaziçi’nde bir arkadaşı köpek ısırmış, çocuk “bu iş kontrol altına alınmalı” gibisinden tavır koyunca üniversite aktivizmi dellenmiş. Vay, sen onun yaşam alanını çaldın, orası onundu falan filan. Üzgünüm, öyle değil beyim, ben Yaşar Usta falan da değilim ama oraya okul kuruldu çünkü eğitim zorunlu. Her şeyin fazlası zarar. Bir ara var, kaçırdın mı tamam! Hayvanlarla insanlar arasında yapılan karşılaştırmaların sonu bazen, semtin tüm boş ve özgür köpeklerini, kısırlaştırmak üzere, kişiyi veterinerde maaş tüketmeye götürüyor artık. Sevdiğiniz canlıları hapsetmeyeceğiniz güzel günler dilerim.