22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 14°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Küreselcinin hesap defteri

Birgül Ayman Güler

Birgül Ayman Güler

Eski Yazar

A+ A-

KÜRESELLEŞME kendiliğindenmiş, insan iradesi dışında adeta bir doğa olayıymış, ona teslim olmaktan ve ne gerektiriyorsa yapmaktan başka çare yokmuş gibi davranan sağlı-sollu liberaller, uzun yıllar boyunca, Atlantik ne diyorsa onun söylediği lafları tekrarladılar.
Ellerinde üç alet vardı: Özelleştirme, yerelleştirme, sivilleştirme.
*
Özelleştirme militanlığıortalığı kapladı. “Köprüleri satmak”tan söz eden Özal iktidarına karşı “köprüyü sattırmam”diyen muhalefetin dost sesi, neredeyse yarım yüz yıl sonra hâlâ kulaklarımızda. Gelin görün kitoplumun kuşkucu bakışları karşısında “kâr edenleri neden satalım; zarar eden devlet işletmelerini satacağız” diyen iktidar, makullüğü ile meşhur kamuoyunun “eh, tabii” mırıltılarına yaslandı, işe koyuldu. Kısa bir süre sonra en verimli ve kârlı devlet işletmelerini satışa çıkarınca “özel sektör zarar edeni neden alsın, tabii kâr edenleri ister!”dedi. Meşhur makul kamuoyu aldatıldığını anladı anlamasına ama, tarihte hep görüldüğü üzere, iktidar sahiplerine dönüp “sen neden yalan söyledin bize?” demeye üşendi. Herkes, zamanın başbakanı Özal’ın elindeki kalemleadeta hipnotize olmuştu. Rakamlarla, istatistiklerle konuşmayan adamdan bile sayılmıyordu. Hem sonra devletin ekonomide yer alması çok kötü iki sonuç yaratıyordu. Bir, devlet işletmeleri torpillerin ve yolsuzluğun kaynağıydı; bunlar bir elden çıksın ne torpil kalacaktı ne de yolsuzluk! İki, devletin elinde bu güç oldukça otoriterlik ve totaliterlik besleniyor, biz bir türlü demokratikleşemiyorduk. Bunların ardından son aşama geldi. “Tüm dünya özelleştiriyor, biz geride kalamayız, yoksa uygarlıktan dışlanırız” tehditleri havada uçuşmaya başladı. Özelleştirme trenine bir an önce atlamak şarttı; yoksa.... Yoksa, uygar dünyadan kopardık!
Sonuçta becerdiler. Cumhuriyet tarihi boyunca halkın yarattığı ne varsa satıp savdılar.
*
Yerelleştirme militanlığı alev aldı. Özelleştirmeciler devleti seyrelterek, yerelliklerin yaratıcılığını önleyen şeyleri ortadan kaldırmışlardı. Şimdi her yereli küresele bağlayacaklardı; “küresel düşün yerel davran!” Yerel Yönetimler Özerklik Şartıadlı anlaşmanın, özelleştirme atakları arasında 1988 ve 1992 yıllarında imzalanıp onaylanmasına kim raslantı diyebilir? Avrupa kurumlarıyla Birleşmiş Milletlerin milliyetlere, kültürlere, inançlara, bölgelere özerkliksunan sözleşmelerinin peşinde koşanlar, özelleştirmeleri yapanlardı. Bunlar, sokaktaki insanlar değildi. Devletin siyasal ve bürokratik yüksek koltuklarını dolduranlardı. Onlar sonra Oslo Görüşmecileri oldular. Türk Milletinin egemenliğini anayasadan silmelerine, Türkiye Cumhuriyetini ulusu olmayan, çok-milletli çürük bir bohçaya çevirmelerine ramak kalmıştı.
Yapamadılar; ama üniter yapıyı ve ulusal birliği çok yordular.
*
Sivilleşme, sivil toplumculuk...Büyük bölümü dış kaynaklı olan küreselci projelerden hem para hem şöhret devşirengillerin kibirli hallerini unutacak kadar zaman geçmedi. Bunlar, devletten değil toplumdan doğru yürüyorlardı; ama en çok bakanlık ve valiliklerin koridorlarında dolaştılar. Çevreci, feminist, modernin de ötesinde post-modern idiler. Hiyerarşiyi değil, yatay örgütlenmeleri seviyorlardı. Toplantılarında başkan yok, ‘moderatör’ vardı. Demokrattılar, vb...
Sendika, kooperatif ve kitlesel dernekçilik eridikçe, bunlar şiştiler. Açtıkları alanda, tasavvufun kaynaklarını da kurutup yok etmiş ve gözleri kendi çıkarlarından başka hiçbirşey görmeyen tarikatlar boy gösteriyor.
*
Şimdi kabul etmeyen yok; bitti.
Yaşamlarımıza bu üç siyasetle biçim veren küreselcilik iflas etti. Temsilcileri, sözcüleri, militanları şimdi ortada yoklar. Bunlardan özeleştiri yapmalarını talep etmenin bir anlamı yok. Bedeli, yok olarak ödüyorlar. Ama bu dalganın emrinde, masalara sürülen anlaşmalara ülke ve ulus adına imzalar atmış ve ülkeyi açıkça hesaba dökülebilen zararlara uğratmış olanlardan hesap sormak gerekmez mi?
Küreselci İhanetin Türkiye Üzerindeki Etki ve Sonuçlarını Değerlendirmek diye bir çalışma yapabilsek, kimbilir ne ilginç dersler alır, ne ilginç isimlerle karşılaşırdık.